4-8 Ekim 2014
Kamp Ekibi: Barış Kartal, Yunus Şeker, Olivia Munson, Efrahim Şeker, Betül Şeker
Zirve Ekibi: Barış Kartal, Yunus Şeker, Olivia Munson, Efrahim Şeker

Bu sene kurban bayramı arasının okulun açılmasıyla birbirine çok yakın olması, bize kulübümüze yeni katılan arkadaşlara temel dağcılık, kampçılık ve bazı temel kuralları öğretmemiz için yeterli zamanı tanımadığı için epey aradan sonra ilk defa bu kadar uzun bir tatili kulüp adına kampsız geçirecektik.

Bu kararı alırken her ne kadar mantıklı bir seçim olduğunu bilsem de içim böyle güzel bir fırsatı kaçırmaktan dolayı huzursuzdu. Kafamdan bunları kurduğum bir sabah beklediğim o teklifle Yunus aradı. Cumartesi akşamı Büyük Demirkazık zirve denemek için yola koyulacak 3 kişi olduklarını 4. olup olmayacağımı sorunca seve seve kabul ettim.

Eşyalar toplandı, minibüse yüklendi, cumartesi akşamı 23:20’de Efrahim abi direksiyonda yola çıktık. Yiyecek içecek almayı unuttuğumuz için ilk molamız erken geldi ve su almak için durmak zorunda kaldık. Böylece büyük bir kısmında çok güvendiğimiz TRT radyonun bile çekmediği sessiz, bir sonraki günü düşünerek her fırsatta 2 büklüm uyuduğumuz yolculuğumuz başlamış oldu.

Her sene Niğde’ye varış ritüelimiz olan İlkbahar çorbacısı ve birçok lokanta bayram nedeniyle kapalıydı biz de erzak alışverişimizi yapıp biraz da günü kaçırmamak adına yolda kahvaltı yapmaya karar verdik ve durmadık. 10:30’da dağ evinde verdiğimiz bir molanın ardından 11:20’de Sokullupınar kamp alanına vardık. Sokullupınar’dan çıktığımız son zirve denemesinin uzunluğu gözümüzde büyüdüğü için amacımız kamp yükümüzü ve 2 günlük su alarak gün elverdiğince zirveye yakın bir kamp alanına yönelmek, burada kamp atmak ve zirve yürüyüşümüzü daha kısa tutmaktı. Ancak plan maalesef istediğimiz gibi gitmedi ve 12:32’de Sokullupınar’dan kamp yükümüzü alarak çıktığımız yürüyüş, Narpuz Boğazı’nı ancak çıktıktan sonra Betül’ün ani irtifa kazanmamıza bağlı kötüleşmesiyle sonlandı ve Sokullupınar’a geri dönmeye karar verdik.

Uzun uzun düşündükten sonra Betül’ü yalnız bırakamayacağımız ve zirve grubunu dağıtmak istemediğimiz konusunda hemfikir olup Zirve’yi iptal etmenin eşiğine gelmiştik ki, Betül kendini toplayıp iyi olduğunu söyleyince planlarımız tekrar yeşerdi. Kısa bir konuşmanın ardından bu sefer de Efrahim abi kendini iyi hissetmediğini söyleyince zirve grubunu 3 kişiye düşürüp ben, Yunus ve Olivia sabah 01:30’da kalkmak üzere uyku tulumlarımızın sıcaklığına kendimizi bıraktık. Gözlerimizi açtığımızda, bulutların arasından sıyrılmasını ümit ederek yattığımız ay, son dördün halinde tüm berraklığı ve bulutsuzluk özlemiyle bize güzel ve aydınlık bir zirve yolu vaadi veriyordu.

Ekipmanlarımızı hazırlayıp daha sonra içlerindeki suyu sıcak tutamayacağını henüz bilmediğimiz 2 işlevsiz termosu kahveyle doldurduktan sonra tulumlarımızın sıcaklığını terk etmemize değecek bir zirve yolu olması temennilerimizle, motivasyonumuz tam yola koyulduk Yunus’un telefonu 02:50’yi gösterirken. 03:30 da 1. Narpuz başlarında ciğerlerimiz yavaş yavaş açılırken ilk su molamızı verdik.

Saatler 04:10’u gösterirken 1. Narpuz’un sonuna gelmiş ve 10 dklık bir molanın ardından tekrar yola koyulmuştuk. Bu noktada birçok kez düşülen hatayı tekrarlayarak soldan devam ettik ancak fark etmemiz çok sürmedi ve bir “n” çizerek ve sağ tarafta kalan şelaleyi bulduk.

Her ne kadar biz gittiğimizde su akmıyor olsa da beyaz kayanın üzerinde bıraktığı yosun rengi iz kafa lambalarımızın ışığına gerek kalmadan fark ediliyordu. Şelaleyi tırmanmak yersiz ve yorucu olduğu için hafif sağdan tırmanarak vadi tabanından yer yer küçük tırmanışlarla 2. Narpuz’u da bitirerek tırmanışın yorgunluğunu atmak için 05:35’te bir mola daha verdik. 05:46’da tekrar çıktığımız yol havanın da aydınlanmaya başlamasıyla keyifli bir hal almıştı.

Her ne kadar kasklarımıza güvensek de çok fazla taş düşürdüğümüzü fark edip aydınlanan havaya da güvenerek arayı biraz açtık. 07:00 sularında asıl kamp atmak istediğimiz alanın yanından geçtik ve 07:26’da sabah güneşinin vurmasıyla ismini hak edecek şekilde kıpkızıl güzelliğiyle (ki söve söve çıkarken bu güzel manzaranın aklınızdan silinmesi 5 dk almıyor) Kızılçarşak, olanca heybetiyle solda bizi selamladı. Enerjimizi 15 dk içinde toplayarak 07:40’tauğruna başlı başına bir faaliyet raporu hak eden Kızılçarşak serüvenine başladık.

Birçok raporda belirtildiği üzere bir elimiz sağdaki kaya bloğunu mümkün olduğunca takip ederek bata çıka, her 2 adımda 1 adım geriye düşerek mehter takımı misali 10:10’da nihayet Kızılçarşağı bitirdik ve Külah’ın başlangıcında molamızı verdik. Kızılçarşak tüm enerjimizi çektiği için, enerji ve motivasyon depolamak için 40dklık bir mola verdik ve 11:00’e doğru yola koyulduk ancak çok sürmedi. Külah’ı tırmanmaya yeni başlamıştık ki midem yüzünden iki büklüm olmuş şekilde, diğer 2liyi yavaşlatmamak için burda beklemeyi teklif ettim zira her an kusabilirdim ve başım dönmeye başlamıştı.

Bu noktada bir zirve için gereken kanaatimce en önemli 2 şey devreye girdi: Motivasyon ve ekibin uyumu. Yunus ve Olivia destek olup gazlamasa şu an bu raporu büyük ihtimalle ekibe tecrübesiyle liderlik eden Yunus yazıyor, ben de pişmanlıktan başımı taşlara vuruyor olurdum. Yer yer dinlene dinlene ben de kendimi toparladım ve eski motivasyonumuzu geri kazanarak külahı çıkmaya başladık.

Ancak okuduğumuz hemen hemen bütün raporlarda belirtildiğinin aksine doğu duvarına yakın çıkmadık ve külahın ortalarından, gözümüzün kestiği bir rotadan çıkmaya karar verdik. Yunus’un önderliğinde ilerlerken rotaya bakınca (spor tırmanış yapanlar ne demek istediğimi anlayacaktır) 5+, 6-­‐ dereceli rotaları free solo yapmamız gerektiğini fark ettim ve her ne kadar 3ümüz de bu rotaları çıkabilecek düzeyde olsak da zirve yapanların çıktığı asıl rota bu olamayacak kadar zordu. Hele bir de sırt çantalarımızda ağırlık yapan ekipmanlar düşünülürse…

Bu noktada dağcılığın tırmanış yönüyle diğerlerine nazaran daha fazla ilgilenmem sebebiyle daha mantıklı ve rahat çıkabileceğimiz rotalar aramaya başladım ve doğu duvarına bir şans vermemiz gerektiğini düşündüm. Hakikaten okuduğumuz raporlarda yazıldığı gibi yükseklik ve uçurum korkusunu yenip doğu duvarının yer yer 1-­‐2 metre yanından çıkılırsa, çıkılması gereken rota derecelerinin bir anda 3+, 4-­‐ lere düştüğünü görebilirsiniz. Buradan sonra yol boyunca yüksek kondisyonu ve hem Büyük Demirkazık hem de genel zirve yürüyüşleri konusunda bizden çok çok daha deneyimli olması sebebiyle gruba liderlik eden Yunus’tan önü alarak rota belirlemeye başladım.

Bir antrparantez, biz de çok sık yapılan hataya düştük ve daha “güvenli” olduğunu düşünerek doğu duvarından uzaklaştık en başta. Ama sakin kafayla düşününce her an düşme ihtimaliniz olan bir 5+ rota çıkmak yerine doğu duvarının yanı da olsa 3+ rota çıkmak çok daha mantıklı, kaldı ki doğu duvarından ne kadar uzaklaşılırsa uzaklaşılsın herhangi bir düşme durumunda sonuç yine de “güvenli” olmayacak ve en azından ciddi hasara sebebiyet verecektir. Bu nedenle zirve deneyeceklere Doğu Duvarından korkmayıp güle oynaya, rahat rahat çıkmalarını tavsiye ederim özellikle rüzgâr da yoksa.

Zirveye yarım saat yolumuz kala bir anda açık olacağını okuduğumuz hava bulutlarla dolmaya başladı. Biraz düşündükten sonra bulutların yağmur taşımadığına kanaat getirip sevindik ama hafif bulutların yoğun bir sise yol açacağını aklımıza getirmek istememiş ve bu kadar yaklaşmış, tüm zorluklarını atlatmışken zirveyi görmeyi hak ettiğimizi düşünmüştük. Devam ettik.

En nihayetinde saat 15:30’u gösterirken yoğun sisin altında Zirve bayrağına dokunuyor olmak paha biçilemezdi. Burada biraz durup zirve defterini karaladıktan, üzerimizde emeği büyük olan kulübümüzün DİNO’larını saygıyla andıktan, fotoğraf çekip bir kaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra, hali hazırda geç çıktığımız zirveden inme vaktimiz geldiğine kanaat getirdik ve inişe başladık.

Zirvede, muhtemelen tüm zirve ekipleri tarafından ortak kullanılan 2 boltluk istasyondan ilk ip inişi yapma sorumluluğunu Yunus üstlendi ve bu noktadan sonra 60 metrelik ipimizi noktaları birleştir oyunu gibi her seferinde bir sonraki sikkeye ulaşana kadar açarak inişimiz sürdürdük.

Kendi sikkelerimizi çakmaya zamanımız yoktu zira hava kararmış, sis aynı yoğunlukta devam etmekteydi ve hava dişlerimizi zangırdatacak derecede soğumuştu. Sağlamlığını kontrol ettiğimiz sikkelere önceden bırakılmış perlon ve pursiklere back-­‐uplarını da takarak ip inişimizi sürdürdük ve nihayet Külah’ın ip inişi kısmı 4 ip boyu sonunda bitmişti. Bu noktada bir ayrıntı daha, eğer sikkelerin sağlamlığına güvenmiyorsanız ne kadar zaman kaybettirirse kaybettirsin kendi sikkelerinizi çakın. Zira 27 saat de sürse, hava da kararsa, uykusuzluk ve yorgunluktan akli dengenizden şüphe duymaya başlasanız da güvenlik her şeyden önce geliyor ve bilinçli bir şekilde, kontrolü elden bırakmadan çıkıp indikten sonra zirve bitiyor.

Yürüyüşün bundan sonraki kısmı hava şartları ve yorgunluğumuz yüzünden eziyet oldu. Buna Kızılçarşak’ın girişini bir türlü bulamıyor oluşumuz da eklenince sinirler iyice gerilse de en sonunda sakin kafayla çok sağa kaydığımızı fark edip soldan ilerlemeye devam ettik ve yorucu bir yolun ardından Kızılçarşak’ı gördük. Çıkarken 2buçuk saatimize mal olan Kızılçarşak inişte halimize acıyıp bizi bir an önce kampa ulaştırmak ister gibiydi ve topuk taka taka 5-­‐10 dk da Kızılçarşak’ın sonuna ulaştık.

Saat iyice ilerlemiş, aklımız ilkyardım çantasındaki battaniyelere gidip gelmeye başlamıştı ancak yanımıza bivak almadığımız için geçici çözümlerle oyalanmayıp uyku molasını kampa sakladık ve yola devam ettik. İrtifa kaybettikçe sisi de arkamızda bırakmış ve açık havada ilerlemeye başlamıştık.

Burdan sonra en büyük yardımcımız Yunus ve ben bazal metabolizmaya geçip, walking dead misali uyur uyanık yürürken Olivia’nın sıcak tuluma kavuşma arzusuyla gurubun temposunu koruyabilmesi olmuştu. Diğer yandan yaklaşık 24-­‐25 saattir uykusuz, sırtımızda yükle yürümenin acısı yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı. Hayatımda ilk defa halüsinasyon görmeye başladım ve bu gayet normal geliyordu.

Üst üste dizilmiş 4-­‐5 taştan oluşan “babalar”dan birinin, baba olduğunu hem biliyor hem de aynı anda gaz maskeli, altına bez bağlanmış bir bebeğe benzetiyordum. 25 saatin ardından bulduğum ilk insan olduğu düşüncesiyle gidip konuşmaya karar vermiştim ki saçmaladığımı farkettim zira ağzında gaz maskesi varken rahat konuşamazdı. Yunus’un külahı inerken kafa lambalı birini gördüğünü iddia ederek seslenmesi ile başlayan bu halüsinasyon silsilesi, Olivia’yı takım elbiseli adamlarla konuşurken görmesi derken en son 2mizin aynı halüsinasyonları görmeye başlamayıp yanlış yolda olduğumuz iddiasını liderliği almış olan Olivia’ya kanıtlamaya çalışmamızla devam etti. Hikâye Dyatlov geçidi’ne doğru yol almaya başlamıştı ki Efrahim abinin bizi Narpuz Boğazı’nın girişinde karşılamasıyla çöldesu, ayda yeni yaşam formu, kansere çare bulmuş gibi sevindik.

Saat 05:50’yi gösterirken yola çıkmamızın üzerinden tam 27 saat sonra kampta Betül ve Efrahim abinin hazırladığı ekstra acılı çorbalarımızı içip nihayet düşlediğimiz uyku tulumlarımıza kavuştuk. O yorgunlukla ancak 14:00 de uyanabildik ve gece aramayı unuttuğumuz, telaşla bizi defalarca aramış insanları geri aradık. Çantalarımızı hazırladık ve Kazım Koyuncu’dan “Ayrılık Şarkısı” eşliğinde yola düştük.

İşin geri kalan kısmı her Niğde dönüşü gerçekleştirdiğimiz ritüelleri yinelemekti. Köy bakkalının aracılığıyla 20 kilo Amasya elmasını toplamış, bazı insanların Niğde’ye tek geliş amacı olduğunu iddia ettiği hamam sefasını erkekler olarak yaşamış ve açık bir İskenderci bulmuştuk. Boyuma kıyasla biraz fazla yiyor olmam, zirveyle de birleşince elindeki 2 tabak yoğurtlu kebabın 2sini de bana bırakırken garsonun “oha”sına engel olamadık.

Yemekler yendi ve bu kez de Niğde’ye elveda diyerek bu maceranın sonuna doğru yola çıktık. Her birimiz farklı nedenlerle bu maceranın sonlanmasını istemiş olsak da içimiz buruktu ve Niğde’den ayrılırken bir sonraki seferin bir an önce gelmesini ne kadar çok arzuladığımız, dönüp dönüp Demirkazık’a dalan gözlerimizden okunuyordu.

Barış KARTAL

Boğaziçi Üniversitesi Dağcılık Kulübü


0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir