Aladağlar herkes için içlerimizde apayrı anılar, hisler ve beklentiler barındıran bir yer. Yer demeye de bakmamak lazım bazen Aladağlarda yer ayağınızın altında yoktur kılçıklarda, uçurum yamaçlarında ve uzun duvarlarda olduğu gibi. Yani vardır da var demeye bin şahit…

Yaz kampına Cemre ülkede olmadığı ben de 8 senenin Kazdağı planında olduğum için katılamamıştık. Vakit tamam, hasret gani,  gönüller de kıpır olunca hedef Aladağlar, her raporda bunun lafını yapıyoruz zaten. İşte benim beklenti, his ve anı birikimim de biraz ayağım yere bassın, bir soluklanayım da dağlara karışayım dediğim sırada Cemre’ninkilerle birleşince buna uygun keyifli bir plan yaptık.

Ben 25-30 arası tatile giriyordum, bu süre zarfında İstanbuldan çıkmalı dönmeli 4 gece dağda kalmalı bir plan yaptık. Gittiğimiz gün Sarımemedin Yurdu’nda kalıp trekking yapacaktık. Sonraki gün Emli vadisini Valikonağı’na kadar katedip burada kaldıktan sonra Kocadölek’e geri inmeyi ve Eznevit Yayla’ yamaçlardan çıkmak suretiyle Karayalak’a inmeyi planladık. Sonraki günü buradan Vadi’ye girip Emler’e gidip gelerek bir de zirve yapmış şekilde bol irtifalı faaliyetleri yıldızlayıp 30 Ağustos günü de Karayalak’tan kampı toplayıp dönecektik. Sonra olanlar olmaya başladı…

Yiyecek alışverişini hafta içinden hallettik. Benim tecrübeyle ileri sürdüğüm üzere sabah çabuk çorba ve yulaf, öğleleri barbunya ve salata konserve, akşamları da tarhana ve noodle ya da bulgur şeklinde kemik öğünleri olan keçiboynuzu gibi dünya harikası atıştırmalıklarla da bezeli bir menümüz oldu.

25 Ağustos Cuma

Plan gereği cuma akşamdan hareket edecektik, ben de çalıştığım ve fazladan yoğun bir dönem olduğu için çantamı hazırlayamamıştım. İşimi bitirdikten sonra Cemre’yle hararetli bir çantalama işine giriştik. Bunları tam vaktinde yetiştirip hiçbir şeyi de unutmadan Esenler otogarına gidip Aydoğanlar firmasının aracına kurulduk.

Burada belirtmem gereken ve faaliyete etkisi olan başka bir durum vardı ki işimdeki nöbetçilik meselesinden dolayı yanıma bilgisayar almam gerekti. Başka kaçar yolu olmayınca cumartesi dağa, yani erişimden uzak alana, mümkün olduğunca geç girebilme şansımız vardı fakat pazar günü işleri hayli bozuyordu. Cumartesi sabahtan Sarımemed’e kurulabileceğimiz ve tüm günü kapsayan bir faaliyet yapa bileceğimiz yerde, örneğin Alaca ya da Gölgeliyurt yaylalarına, cumartesi planlarımızdan feragat etme durumunda kaldık. Pazar günü faaliyeti es geçme şansımız yoktu zira bu durumda Valikonağı-Karayalak ve zirve planı için yeterli günümüz kalmıyordu. İşim ve dağım arasında hangi seçimi yaptım, işte bu rapor onun hikayesidir ey dostlar…

Neyse otobüste bunlara kafa yorarken 11 saatten fazla bir yolculukla 8’den sonra Niğde’ye vardık. Hey yavrum hey, nerede Teber Turizm… Minibüs’e atladık ve eski otogarda inip bizden birkaç hafta önce faaliyete giden Hakan’ın da bildirdiği gibi İlkbahar lokantasının taşındığını gördük. Çantalarımızı 11’de kalkacak servise emanet edip şehir merkezine yürüdük. İlkbahar lokantasında çorbamızı içip vedamızı ederken sabah sabah canımız da tulumba tatlısı çekmesin mi. Bir porsiyon bölüşüp minibüse atladık ve Çamardı’nda indik. Çamardı kıraathanesinde boşlayıp akşamüstüne kadar vakit geçirecektik ki Ulvi Abi’nin annesini teyzesine bırakıp arabayı yıkatacağını öğrenince onunla dönüverelim diye karar kıldık. Ben kıraathanede oraletimi içerken biraz iş baktıktan sonra Lezzet lokantasında geniş vejetaryen seçeneklerden faydalanarak karnımızı doyurduk. Bu sırada lokantacı abi sonraki gün dondurma festivali olacağını söyleyip bizi bir yaşımıza daha girdirdi.

Ulvi abiyle buluştuk ve 3 gibi Sarımemed’e vardık. Yolculuk boyu Çamardı ve dondurma konusuyla başlayıp önceki sene Emli vadisinde çekilen filmlerle sanata uzanan keyifli bir sohbet yaptık. Ulvi abiye çanta emanet edip plan sürecinde iletişimde oluruz diyerek ayrıldık.

Zaten aracı Sadettin Abi’nin yanına çekmiştik, inince ayaküstü paramızı verdik. Ulvi abinin tavsiyesi üzere tek gece kalacağımızı belirtip, sonuçta Sarımemet kamp alanında bir gece kalacaktık, tek çadır 90 lira bir ödeme yaptık. Çadırı kurduktan sonra kısa bir hazırlık yapıp 4’ten sonra Mangırcı Vadisi’ne bir yürüyüş yaptık.

Büyük Mangırcı Vadisi’nde yürüyüş, etrafta sedir ve köknarlar

Sedir ve köknar ağaçlarıyla bezeli vadide ilerlerken öğleden sonra güneşi ile ışıldayan yamaçları fotoğraflamak için ara ara durup ilerledik. 6 gibi Büyük Mangırcı kayasının altında ormanın bitimine vardık ve buradageride bıraktığımız vadi ile Kaletepe’nin yamaçlarına dalıp geri dönmeden önce bir mola verdik. Havanın çok sakin ve günün sıcağıyla yükselen sedir ve köknar sakızı kokularının ara ara burunlara dolduğu vadide aynı patikayı kullanarak gün tepelerin ardında kaybolmuşken kampa döndük.

Büyük Mangırcı altından Emli Vadisi tarafına bakış, solda Ortaburun sağda Kale Tepe

Yemeğimizi yiyip uykuya çekildik. Naturehike cloud up 1 model tek kişilk çadırımı omuz omuza sığar halde kullanıp rahatsızlık yaşamadan iyice dinlemiş olduk. Pazar sabah 7 gibi keklik ötüşleri arasında kalktık ve genel hazırlık sonrası kahvaltı edip çok da acele etmemiş olacağız ki 10.30’a doğru Emli Vadisi’nde Valikonağı’na doğru yola çıktık.

Sarımemedin Yurdu’ndan ayrılmadan önce biz, soldan sağa Cıngıllıbeşik, Kale Tepe, Büyük Mangırcı, arada Mangırcı Mahmuzu ve Ortaburun Tepe

26 Ağustos Cumartesi

Kocadölek’te su olmadığı için ve Valikonağı’nda da olmaması ihtimaline karşı yanımıza altışar litreden fazla da su almıştık.  Hava oldukça sıcaktı ve durgundu. Araç yolunun sonuna kadar durmayaya çalışıp 1 saat kadar sonra varınca bir süre soluklanmak için ağaç gölgelerine çekildik. Burada İsviçre’den gelen bir ekiple selamlaştık. Bir çoban ile sürüsü burada konakladığından olsa gerek bu sene içerisinde gürül gürül aktığını gördüğümüz bir çeşme ile yalak yapılmış.

Mola sonrası bize havlayan devasa çoban köpeklerini sallamayıp yolumuza bakmaya çalışarak Kocadölek’e ilerledik. Ormanı bitirip birkaç tepe aştıktan sonra Kocadölek’e inip bir tarafı yıkılmış dağ evini inceleyip az ilerideki taşların birinin gölgesine çöküp öğle yemeğimizi yedik. O sırada iki ikişi gelip binanın gölgesine oturdular. Biraz kendi aralarında konuştuktan sonra bize iyi faaliyetler dileyip geri döndüler. Binanın her an çökebileceği izlenimi onlara gelmemiş gibiydi.

Öğle yemeğimizi yediğimiz taşın altında otururken

Biz de molayı bitirip sulak çöküntü alanı geçip görünen boğaz noktasına doğru döleği aşmaya çalıştık. Lakin burada gezinen sürülerin açtığı sayısız patika arasında kuzey yamaca yaslı yürüyüş patikasını kaçırıp izlerden tüm döleği boylu boyuna geçtik ve burada derenin güney yamacında kaldık. Boğaz kısmı da biraz engebeli olduğu için bu yakadan boğazın hizasını geçip dereyatağını aşıp patikayı yakalamaya karar verdik. Bu sırada bende 22 kilo kadar ve Cemre’de de 20 kilogram yük vardı, sular sağolsun. Engebeli kısmı aşıp patikaya varınca biraz dinlenmek için çanta indirip patikanın az gerisindeki bir kayanın dibinde mola verdik.

Mola sonrası yüklerde vücut ağırlığına göre daha orantılı bir ağırlıkta dağıtmak için Cemre’den iki kilo kadar yük aldım. Bu şekilde patikaya sarıldık. Yolun bu kısmı kısa sürede epey irtifa alıp vadinin ortasındaki kırıklı göğüs diye tabir edebileceğim yamaçlardan kıvrılarak ilerliyor. Kimi yerlerde açılmış çarşak hatları da olduğu gibi bunları inerken kullanabileceğimizi tasarlamaya başladık.

Aladağların vahşi doğası her adımda yanı başınızda…

Saat 4 gibi Valikonağı’nın hemen altı olduğunu fark ettiğimiz vadi tabanındaki kayanın dik olarak kimi yerlerde 15-20 metre kadar düştüğü bir sete vardık. Yamaç burada bu kayalara dayanıyordu.

Vadinin devamının doğu yönünde görünüşü, soldan sağa Güzeller, Lahitkaya ve Kaldı

Biraz soluklanınca ben geçit aramak üzere kuzey taraftaki kaya yamaçlarında çıkılabilecek yerleri biraz aradım. Çok belirgin bir patika olmadığından bir izi takip edip vadinin içine doğru giden ama kuzeye yaslı bir yeri test ettim. Çıkılabilecek gibi olsa da epey tırmanış gerektiren bir yerdi. Burasının ana geçit olmadığı fark edip biraz daha kuzeye yaslı yamaçtaki basamaklı yerden 5-10 metre yükselip Valikonağı kamp alanına çıktım. Buradan aşağı indiğimde Cemre ile yüklerimizi alıp kamp alanına çıktığımızda saat 5’e geliyordu. Valikonağı’nın su kaynağı olan mağaralar tarafından gelen su kurumuştu.

Durduğumuz yerden kuzey yamaç tarafı, solda kamp yerine çıktığımız kırıklı yapı, üstlerinde bulutlar altında Okşar Tepe sırtları ve sağda yukarıda Gürtepe sırtları

Tüm vadi ayaklarımızın altında gibiydi fakat başımızın üstünde de Güneydoğu’dan yığılan bulutlar birikmeye başlamıştı. Birtakım bulutlar da kuzey-kuzeybatı ekseninde Okşar Tepe üzerinde oynaşıyordu. Bunları görüp önce çadırımızı kuralım derken yağmur tıplamaya başladı. Sakin kalıp hızla aksiyon almaya çalışarak sırasıyla önce üstümüze yağmurluk aldık, çadırı çıkarıp büyük ve küçük çantalarımıza yağmurluk geçirdik. Çadırı kurmaya başladığımız sırada yağmur iyice hızlanmış ritmik ama çok şiddetli olmayan biçimde yağıyordu.

Taşlı zeminde çadırın eğimini ayarlamak ve kazıkları tutturmak için biraz da uğraşıp hızlıca kurduk. Bu sırada hafifleyen yağmura rağmen birkaç kıyafet ile ocak seti, çay ve atıştırmalıklarımızla çadıra girdik. Bir yandan üstümüzü akşama ve geceye hazırlarken bir yandan da 5 çayı hazırlıklarımızı tamamlayıp tam vaktinde açılan hava ve vadinin sonlarından üstümüze kızıllıklar saçan güneş sayesinde dışarı çıkıp bu sakinliğin tadını çıkardık. Havanın kararmasını üç yanımızdaki yamaçlar ve önümüzdeki vadide kıpırdayan ışıklar ve gölgeler ile izlemek çok keyifliydi, fotoğraflar çekmeyi de ihmal etmedik. Güneş battıktan sonra çorba ve ana yemek faslına geçerken Lahitkaya’nın üzerinde bir ışık belirmeye yüz tuttu. Karanlık ortasında yükselen koca dağın arkasında ilk dördünden bozma bir dolunay tüm silüetini ortaya çıkarıyordu. Bir yandan da Kaldı’nın karanlık kuzey yüzüne de ayrı bir hava bürünmüştü. Biraz daha etrafı izleyip toparlanıp uykuya çekildik. Çadırın bagaj kısmı çantaları bir şekilde alsa da yiyecek yağmalanmasından korkumuz olmadığı için yağmurluklarını giydirdiğimiz çantaları dışarında bıraktık. Gece kimi tıkırtılar duysak da çantalarımıza dokunan bir şeyi duymadık.

27 Ağustos Pazar

Sabah 7’ye gelirken uyandık ve yine açık havada mavi göğe karşı güzel bir manzaraya şahit olduk. Vadinin sonundan doğmaya başlayan güneş Lahitkaya’nın inanılmaz şeklini bir tuvale çevirmiş haldeki ışığıyla, şu dünyamızda icra ettiği muhteşem sanat eserlerinden bir başkasını bize deneyimletiyordu. Lahitkaya’nın üst kesiminde dağa ismini veren kaya formasyonunun üzerinde ayak ucu başı ve göbeği dahil biri yatıyor gibi de görünüyor bence…

Güneş doğarken solda Güzeller, ortada Lahit Kaya ve sağda Kaldı

Gece hemen yanımızdaki kayalık yüzeyden gelen tıkırtıları da anlama kavuşturan bir keşif yaptık. Burası kamp yerinden vadiye bakan temiz kaya bir yüzey. Etrafa yaydığı feromon dolu koku ve kaya yüzeyde görünen çevreye sıçramalarla sarı renkte henüz kurumamış idrar kalıntısı kendini belli etti. Sesler en fazla iki bireyden geldiği, sıçramalar dolayısıyla çişin ayakta yapılması, feromon kokuları, erkek bireylerin sürülerinin etrafında bölge sınırlarını belirleme çabası gibi işaretler gece bir teke tarafından kolaçan edildiğimize işaret ediyordu.

Kocadölek’e indiğimiz sırada

Açık ve sakin havada kahvaltımızı yapıp toparlandık, güneş tam bize değerken ayağıya inmeye başladık. Dün gördüğümüz açık çarşak hatlarını da kullanarak çok hızlı bir şekilde, 1,5 saatte Kocadölek’e varmıştık. Buradan yamaçlara doğru yönelip Kızılkaya Çarşakları’na çıkan boğazın altından ve aşağılarda başlayan ormanın arasından Eznevit Yayla’ya giden patikayı bulacaktık. Biz vakit kaybetmeden ilerlemeye çalışıyorduk zira döleğe indiğimiz sırada açık gökyüzüne güneyden bulutlar dolmaya başladı ve grilere büründük. Kaldı’nın üzerinde yoğun bir bulut örtüsü vardı. Hava gürlemeleri de ara ara kulaklarımızı çalınırken patikayı bulmak için Kocadölek alanının orman tarafındaki ilk tepeciği çıkıp kuzey yamaç yönündeki babaları takip ettik.

Soldan sağa, Güzeller, Lahit Kaya, Güvercinlik Kuleleri, bulutlar içerisinde karanlıkta Kaldı, önünde Yeniçeriler ve sağda, Parmakkaya Vadisinin batı yakasında Kürşat Avcı

Biz mola vermeden ilerlemeye çalıştıkça güneydoğumuzdaki hava kitlesi peşimiz sırada vadiye giriyordu, gürültüler ve gölgeleri de arkasında bırakmadan. Yamaç boyu mola vermeden yükselmeye başladık. Soluklanalım diye durduğumuz her an üzerimize yağmur damlaları düşüyor hava arkamızdan vadiye gümbür gümbür iniyordu. Yamacı yarıladığımız sırada Kaldı bulutlar arasında kaldı. Şimşek ve yıldırım sesleri vadide yankılandığı vakit adımlarımız bizi artık yakalamış olan bulutların damlalarını bıraktığı alandan çıkaramıyordu.

Kocadölek’ten çıkmaya başladığımız yamacın ilerisine baktığımda Eznevit Yayla’sının ötesinde havanın açık olduğunu görmüştüm ve yağmur bizi yakalamadan yaylaya varıp kuzeye dönünce Eznevit Dağı’nın arkasında güvende olacağımızı düşünmüştüm. Şimdi yağmur üzerimize düşerken yağmurluklarımızı giyip yamaca sarıldık. Bu sıralarda Alaca tarafından, tam güneyden, de bulutlara geçit veren dağlar doğu, güney ve güneybatımızı yağmura teslim etmişti. Gök gürültüleri ve vadinin yüksek yamaçlarını taçlandıran dağlara düşen yıldırımların sesi arasında tam da yamacın eğimini bitirmeye yakın yerdeki Yalnız Pınar’a varmadan sağanak yağmur başladı.

Yamaçtan tırmanırken, öğle 12 suları…

Bir yandan ıslanırken mümkün olduğunca hızla, neredeyse koşarak Eznevit Yayla’ya doğru ilerlemeye başladık. Önümüzde yarım saatlik kadar bir yol kalmıştı ve yamacı bölen ufak vadileri geçince kurtuluşu umduğumuz kuzeybatı yönden apayrı karanlık bulutların arkamızdan gelmiş olanlarla çarpıştığını gördük. İşte o zaman 15 dakika kadar çevremizi saran yıldırımlı sağanaklı hava daha da inanılmaz bir hal aldı. Dehşetli bir rüzgarın üstümüze boşalttığı yağmurlara dolu taneleri karıştı ve sağa, sola, öne ve arkaya şiddetli sesler ve aydınlıkla varlığını bildiren yıldırımlar düşmeye başladı.

 Öyle ıslanıyorduk ki çocukluğum da dağda bayırda çok ıslanmış biri olarak böyle bir şeyi ilk defa yaşıyordum. Üzerimizde yağmur tutacak giysiler, ayağımızda botlar ve çantalarımızda yağmurluk vardı ama havanın şiddetlenmesinden birkaç nefes sonrası soğuk sular yüzümüzden dahi akıp içimize doluyordu. Yıldırımlar da düşmeye devam ederken artık Eznevit Yaylası’nı görür olduk ve hızımıza gayret kattık.

Sadece daha hızlı ve daha hızlı yürümeye odaklandık. Orada bir çoban barakası olduğunu geçen seneden biliyordum. Ona sığına bileceğimizi de düşündüm gidiş yolumuzdaki hava da patlayınca ama ne haldedir içinde durulacak kadar sağlam mıdır bilmediğimden Cemre’ye de bahsetmedim. Nitekim yayladaki koyunları ve barakaya yaklaşınca durumunu içeride şaşkın içerisinde gibi duraksamış Çoban Ali ile beraber görünce çok da yanılmış sayılmadım. Nitekim içerisi dışarısına göre koruma sağlayacak haldeydi ve ben de önce kapıya vardığımdan “Sığınabilir miyiz?” diye sordum…

“Bir de soruyor! Gelin!” diye cevapladı Çoban Ali. İçeriye girince ilk göze çarpan şey her taraftan akan ve barakanın kimi yerlerini hayli ıslatmış akıntılardı. Barakanın üzerindeki naylon örtü, yahut Çoban Ali’nin dediği şekilde çadır, çok eskimiş ve bir çok yerinden delinmişti. Çoban Ali de bu birkaç katmanlık kötü ‘çadırların’ delik olan yerlerine barakanın çatı iskeleti denebilecek uzatmaların üzerine ağaç dalları koyarak yükseltmeye ve çadır katmanları arasına giren suyun bunlardan içeri dolmadan dışarı akmasına uğraşıyordu ama görevin zorluğu içerisinin durumuyla da hemen göze çarpıyordu.

3 metreye 3 metre kadar olan barakada bir kenara çantalarımızı indirdik ve ıslanmış dış katmanlarımızı çıkarırken Çoban Ali bize montlarından verdi. Ben trafik montu giymişken Cemre’de Kara Yollarına dahil olmuştu. Ali Çoban bizi hiç sorguya çekmeden sırtımıza montları verip bir yandan da yaylada rüzgarın ve yağmurun etkileriyle yer değiştiren sürüsüne bakıyordu. Hava patlamış, durmuyordu.

Epey üşümüş ve titrer haldeydik, bize çay koydu ve ara ara da yağar yağmurda koyunlara çekidüzen vermeye koşturuyor, daha sonra yanımıza gelip bir şey sorup üç şey anlatırken de çayımızı koyup barakanın akan yerlerine gerginlik yapacak odun parçaları, 45 santimlik streç film rulosu filan yerleştiriyordu.

Bu sırada derdini de bize açtı, meğer vardiyalı çobanlık yapıyorlarmış ortağı ile ve o sabah geldiğinde hala kenarda durmak olan yeni çadırı barakanın üstüne atalım teklifini reddeden ortağı köyde işim var deyip kaçıp gitmiş. Bu beş dakikalık iş yapılsa barakaya en baştan hiç su girmeyecekmiş. Tek başına da atamayacağı için çadır kenarda yatıyormuş. Ali Çoban’ın yukarıda saydığım aktiviteleri arasına tütün sarma ve arkadaşına söylenmeler de eklendi…

Çayımızı içip biraz ısınırken bize aç olup olmadığımızı sordu ama bizim düşünüp halimize bakıp sağolasın diye verdiğimiz cevaba aldırmadan kendi dobra tavırlarıyla azık çıkartıp sofra kurdu. “Açsan açım diyecen, ben bilmiyor muyum dağdan gelen insanın aç olduğunu, gözünden belli olur. Kimi zaman buraya dağcılar geliyor da açıktan bayılacakken ‘sağol’ diyorlar.” dedi. Sofra faslına başlamışken, ki soframıza yufka ekmek, inek peyniri ve peripella vardı, anılardan da konuşmaya başladı.

Ali Çoban’ın Barakası’nda soframız

Bir ara sığınan dağcı dört genç önceki akşam yedikleri bir paket makarna ile duruyorlarmış, onlardan ve misafir olarak ağırladığı diğer kişilerden bahsetti. Bir yandan da koyunlara ayar veriyor, sigara sarıyordu. Köpeklerine yal, su ve un karışımı, pişirmiş ama bakamadığından çok sıcak kalmış. Köpekler de açmış ama sıcak olduğu için yanaşıp yiyemiyorlardı, iki yetişkinin dışındaki iki yavru ara ara yağmurdan sığınmak için yanımıza geliyordu. Erkek olanın çok usta bir köpek olacağını ve ismini ‘Apaçi’ koyduğunu söyledi, dişisinin henüz ismi yoktu.

Sigarasını içip kapıdan koyunları seyrettiği bir vakit, “Bu yağmur da iyi oldu, koyun yıkandı. Tabii size kötü bize iyi.” deyince güldük. Bundan sonra ara ara da durup “Bıktık tozdan ya, bu yağmur da iyi oldu”, “Ot da çıkar şimdi” gibi söylenmeler ile yağmur övmeye devam etti.

Bir şeyler yedikten sonra Ali Çoban başka bir çeki düzen sortisinden döndüğü vakit Poyraz ile içeri dolan yağmurları kesmek adına çadırı serme teklifinde bulundum. İnanılmaz yağmur ve rüzgar altında nispeten kısa bir operasyonla yeni çadırı barakanın üstüne attık. Bunu yaptıktan sonra içeriye dolan yağmur epey azaldı.

Ali Çoban normalde hayvanları akşam çıkarıp sabaha kadar otlatıyormuş ama hava muhalefeti sebebiyle koyunların sirkadyen saatinde kritik değişikliklerin olduğundan bahsedip huzursuz olan koyunların daha erken bir vakitte 5 gibi çıkacağını söyledi. Birkaç saat boyu biz ısındıkça o da bize ısındı ve siyasetten adalete, ailesinden eğitime, koyunlardan dağcılara birçok konuda bize tamamı ilginç ve çoğu zaman eğlenceli gelen şeyler anlattı. Ara ara durup “Yağmur da iyi oldu, koyun yıkandı.” demeyi de ihmal etmedi. Akşam barakada kalabileceğimizi söylediği saat dört buçuk sıralarında hala yağmur devam ediyordu ve kendi hazırlığına başladı. Dışarısı bir çamur deryası olduğu için çadır kurmak yerine barakada kalmak için iyi olacaktı.

Saat beşten sonra dediği gibi hafifleyen yağmur ve yer yer akşam ışıklarının çevreye düşmesiyle sonsuza dek kaybolmadığını belli eden güneş ile beraber koyunlar açılıp otlamaya başladılar ve bir saat içerisinde Karayalak tarafında uzaklaştılar. Ali Çoban bu sırada zaman zaman saldırganlaşan ve birkaç vukuatı olan büyük köpeklerini uzaklaştırmak için gerekli sihirli sözcük ve bağlayıcı büyüyü bana anlatıp koyunlarının önüne geçti.

Baraka içinde gerdiğimiz iplere astığımız kıyafetler

Akşam ıslanan kıyafetlerimizi sıkıp baraka içinde gerdiğimiz iplere astık, mat ve tulum çıkarıp hazır ettik. Gezi için bir durum değerlendirmesi yaptık. Normalde gün içerisinde Karayalak’a inip kamplayacak ve sonraki gün vadiden zirve yapacaktık. Karayalak’a varamamıştık, kıyafetlerimiz ıslaktı ve hava durumunun müsaade etmeyeceği yüksek ihtimal olduğu için zirve planını iptal ettik. Ulvi Abi ile konuşup sabahtan haberleşip Karayalak’ta buluşmak için anlaştık. Benim tulumum bi hayli ıslanmıştı ve içine acil durum battaniyesi ile girdim. Yemeğimizi hazırlayıp karnımızı doyurunca uykuya hazırlanıp istirahate geçtik.

28 Ağustos Pazartesi

Sabah Eznevit Yaylası’ndan Emli Vadisi, ortada bulutların üzerşinde Kaldı zirvesi

Sabah kalktığımızda yer yer hava kapalı ve Eznevit Dağı ile kuzey yönümüz sisliydi. Kahvaltı yapıp etrafı toparlayınca hazırlanıp 8.30 gibi yola çıktık. Kuzey taraftaki çeşmeyi geçince tüm kuzey taraf ve Eznevit yamaçlarının sis ile örtüldüğü yamaçlarda Ali Çoban ve sürüsünün döndüğünü gördük. Tam burada sürüyü görmeden önce yetişkin sarı köpek bizi görüp hırlama sesi çıkardı ve ben de Ali Çoban’dan öğrendiğim şekilde sihirli sözcük ile büyüyü yapıp köpeği saniyeler içerisinde sakin şekilde yoluna çevirip postaladım. Doğada en tehlikeli hayvanın köpek olduğunu, nasıl yetiştirilip neye göre davranacağının doğal şartlar ile çizili mantık limitlerinde olmadığı için belli olmadığını hep söylerim. Cidden köpeklerin davranışına dışarıdan birinin anlam verip kendini savunmayı becermesi imkânsız olabiliyor.

Eznevit Yaylası’ndan Güney yönü ve sağda Eznevit Yayla Tepe

Ali Çoban’ın yanından geçerken yol tarifini alıp her şey için teşekkür ettikten sonra vedalaştık. Eznevit Yayla’dan Karayalak’a giden patika bir yerde çatal yapıyor ve sol taraf köylere iniyor. Ali Çoban bunu karıştırmamamız için iki taşın arasından geçme ve yolun ayrıldığı yerdeki diken gibi işaretlerle tarifini yaptı. Nitekim biz sisler arasında patikayı takip ederken bunlara dikkat ettik ama tam yol ayrımında vardiya değişimine gelen ortağını katır üstünde köyden gelen patikadan bizim geldiğimiz yola çıkarken bulduk.

Karayalak yolunda sisler içerisinde

Böylece Ali Çoban’ın ona kızdığına takılıp gülerek ayrıldık ve Karayalak’a yöneldik. Sakar Tepe’nin orada Ulvi Abi’yi arayıp yaklaştığımızı haber verdik ve kaya kaya aşağı indik. Ulvi Abi gelirken Karayalak’taki Milli Park görevlisi yaklaşıp selam verdi, nereden gelip nereden gittiğimizi sordu. Sarımemedin Yurdu’nda konaklayıp ücret ödediğimizi ve dün de ıslanıp buraya gelemeden Yayla’da barakada kaldığımızı, buradan da döneceğimizi söyledik. İyi günler dileyip uzaklaştı.

Sakar Tepe civarı soldan sağa BDK, Emler, yamaçları karlı Kızılkaya ve Eznevit

Az sonra Ulvi Abi gelip bizi aldı, patlayan faaliyet ve Alli Çoban muhabbetlerinden bahsederken Ulvi Abi’de iç geçirip bombayı patlattı, “Bu yağmur da iyi oldu ya, Elmalara yaradı.” Sonra da “Size kötü bize iyi tabii.” deyince Ali Çoban’ın da sevindiğinden bahsedip biraz daha güldük. Ulvi Abi’lerin Çukurbağ’daki evinde Nazmiye Teyze’nin hazırladığı kahvaltıyla bir ziyafet çekerken Niğde’ye dönüşte Ulvi Abi’nin amcasının muayeneye gidecek aracına atlayabileceğimizi öğrendik. Nazmiye Teyze’ye teşekkürlerimizle ayrılıp Ulvi Abi ve kuzeniyle Niğde’ye yola koyulduk.

Bizi otogarda bıraktılar, biz de sonraki günden akşam 19.30’a çektiğimiz otobüsümüzün saatine kadar şehir merkezinde gezmeden önce çantalarımızı yazıhaneye bıraktık. Bu sırada ara sıra dağcılık yapan ve biri BDK’ya çıkma planı olan iki sivil polis ile tanıştık, yani GBT aldılar. Şehir merkezine gidip çarşı pazarda gezerek, Besler Lokantası’nda karnımızı doyurarak, Frida Kafe’ye oturarak filan vakit geçirdik. Dönüşte iptal ettikten sonra bilet bulup alabildiğimiz Kamil Koç otobüsünün saati 1 saat rötarlanmasına ve fazladan geç de kalmasına rağmen binip 29 Ağustos Salı sabahı 8.30 gibi Alibeyköy’de indik.

NOTLAR

  • Sarımemedin Yurdu – Vali Konağı, 8.5km, 750m irtifa kazancı
  • Vali Konağı – Eznevit Yayla, 6.6km, 420m irtifa kazancı

İbrahim Rahman Coşkun


0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir