EKİP: Ali Umut Usta, Bora Turan
KAMP YERİ: Serpil Köyü (ama Hurkadim yaylası tavsiye edilir)
ROTA: 8 Ağustos gece 02.00 Serpil Köyünden yola çıkış, Serpil Yaylası’na oradan da Hurkadim yaylasına varış ardından da zirve ve gece 12’de çadıra dönüş
EKİPMAN: Herkes için kask, kazma, krampon, ortak olarak birkaç karabina, perlon, prusik, telsiz ve 60m ip.( malzemelerin neredeyse hiç birini kullanmadık bile .), yemek seti, 1 fighter çadır,bir sopa
YAZAN: Ali Umut Usta
- Dağ : Cilo Dağı Reşko
- Konum : Türkiye, Hakkari
- Yükseklik : 4.135 m.
- Zirve Tarihi : 8.08.2024
Hakkari Cilo Dağları, Reşko Zirvesi, 4135 m (Uludoruk/Durik) Türkiye’nin ikinci en yüksek dağı. Doğudan yaklaşımlı klasik rota
Bu faaliyetin tohumları çok öncesinde atılmıştı. Bir gün Muhammet ile manzarada oturuyorduk. Bana Cilo dağlarının dağcılığa açıldığını söylemişti. Keşfedilmemiş bu uç noktadaki dağlara olan heycanımız ilk böyle başlamıştı. Her şey bir hayaldi. Ağrı’ya çıkıp kış zirvesi de yaptıktan sonra bütün oklar Cilo’yu gösteriyordu. Senenin başında olsa güzel olurlarıma eklemiştim Cilo’yu ve dağlar beni çağırıyordu. Aylar boyunca hayaller kuruldu. Başta Doğu turu yapıp iki dağ görmek isteyen dostlarımla birlikte ekip kalabalıktı ancak sonraları ekip iki kişiye düştü Bora ve ben. Günler yaklaşmaktaydı ve aklımızda bir soru vardı bu faaliyet yapılacak mıydı?
Bora ile konuşup anlaştık ve gitmeye karar verdik tarih ise 5 Ağustos’tu. Aslında ilk olarak faaliyet önce Aladağlarda başlayıp Cilo Demavend ve Elbruz diye devam ediyordu ancak zaman sıkıntılarından dolayı Cilo ve Demavend kalmıştı hesapta. Biraz araştırdıktan sonra Hakkari’ye gitmenin en ucuz yolunun Urfa’ya uçakla gidip ardından Hakkari’ye kadar otostop çekmek olduğunu fark ettik ( daha sonradan öğrendik ki Yüksekova’dali havaalanına eğer biletlerinizi önceden alırsanız baya uyguna geliyor ve çok zaman kazanıyorsunuz ).
5 Ağustos Urfa-Şırnak
Gün gelip çatmıştı. Tarihler 5 Ağustos’u gösteriyor saat ise gecenin ikisiydi. Uçağımız sabah 5’teydi ama ben daha çantamı bile hazırlamamıştım. Hemen beş dakikada çantamı hazırlayıp yola çıktım. Bora ile havaşta buluştuk ( bir dakika ile havaşı yakalamıştım ve eğer kaçırsaydık bu otobüsü faaliyet iptel olabilirdi). Yine can dostum dağ partnerim Bora ile yan yanaydık ve yine farklı bilinmezliklere doğru gidiyoduk. İçimizde olan his ise “Ulan yine şaka maka gidiyoruz” idi. Hep böyle oluyordu planlar yapılıyordu ve bir şekilde yola çıkılıyordu ama bir türlü inanamıyordum yani gerçekten binlerce kilometre aşıp hiç bilmediğimiz topraklara gidip bir sürü tehlikeye atılacaktık. Daha geçen sene ilk zirvemi yapmış olmama rağmen şimdi Türkiye’nin en yüksek ikinci dağına, buzullara gidiyorduk ki sanırım daha önce Cilo faaliyeti Büdak tarafından yapılmamıştı. Ve yine ilk defa bir dağa iki kişi gidiyorduk. Bu durum bizim her zamankinden daha çok duruma hakim olmamızı ve hazırlıklı olmamıza neden oldu ancak eğer sorarsanız teorikle pratik uyuştu mu diye pek sanmam.

balıklı göl
Urfa havaalanı ufacıktı pıt diye çıktık. Dümdüz ovaların olduğu sıcak ve kurak bir coğrafyaya gelmiştik ve hava sıcaklığı yer yer 40 dereceyi gösteriyordu. Hemen bir balıklı göl görüp iki sopa çevirip biraz da ciğer yiyip düştük otostopa. Şansımız yaverdi. O kadar çantamız olmasına rağmen rahatça araba bulabilmiştik. Herkes bize ilgiliydi çünkü çantalarımız ve görünüşümüzle çok dikkat çekiyorduk. Yolda bizi alan insanlar hep bizi yiyip içirdi. En son tırcı bir abi almıştı bizi ve Şırnak Cizre’ye bıraktı bizi. Bu gece Dicle kıyısında bir yerde uyuruz diye düşünmüştük. Tam çantalarımızı bir kamelyaya bırakmıştık ki hemen birileri el kol edip yanına çağırdı bizi. Yanlarına gittiğimizde bu insanların kahvehanede oturan gençler olduğunu gördük. Hemen çay ikram ettiler. Yemek getirdiler. Bir iki sopa çevirdim kafayı yediler. Bize cizreyi gezdirip yaşadıkları hayatı anlattılar. Sonra da ilk başta uyumayı planladığımız parka gidip tulumlarımıza girip uyuduk.

cizrede tanıştığımız insanlar
6 Ağustos: Şırnak – Hakkari
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte uyandık Dicle’nin soğuk sularının yanında. Kendimi hemen soğuksulara atmazsam olmazdı. Bora ile güzel bir sabah yüzüşü yaptık. Çantaları sırtlanıp yola devam ettik. Dün tanıştığımız adamlardan biri bizi alıp baya yol götürdü. Sonra da bizi başka bir arabaya koydu ve Hakkari Çukurca’ya doğru gitmeye başladık.

cizrede sabah dicle nehrinde yüzdük
Yol boyunca gördüğümüz her köşe başı karakollar hatta kalekollar vardı. Çok sık askeri aramaya denk geliyorduk. Herkes bize senelerdir yaşadıkları zulümlerden bahsediyordu. Orta Doğu’ya geldiğimiz çok belliydi. Bu topraklardaki acı kendini buram buram belli ediyordu. En son bindiğimiz araba bizi çok kilit bir noktada bıraktı. Bir yanımızda Irak sınırı vardı, bir yanımız iran, diğer taraf ise Hakkari’ye gidiyordu. Tabelalarda gördüğümüz her isim içimizi ürpertiyordu. Bulunduğumuz kavşakta bir sürü kontrol noktası jandarma ve asker vardı. Bazen kocaman askeri araçlar ve helikopterler geçiyordu. Ben de mahalle yanarken sopa çeviriyordum askerlere.

kilit nokta
O sırada güzel kamyonetiyle çıkageldi Sinan. Bizi aldı ve Zap nehri kıyısından Hakkari’ye doğru yola çıktık. Onun demesine güzel yolu seçmiştik çünkü Van üzerinden gelen yol pek de matah değilmiş. Yol boyunca Sinan’a Zap nehrine girmek istediğimi söyledim o da bizi kayaların arasından deliler gibi fışkıran buz gibi bir kaynak suyuna götürdü. Dona dona suya girdik ve maksimum 20 saniye kalabildik suyun içinde. Ardından bir Trabzonlu bir Bolulu ve bir Kürt ıslak donlarımızla birlikte yarı çıplak bir şekilde kamyonetle giriş yaptık Hakkari’ye.

Hakkariye doğru giderken süper duvarlar
Hakkari’ye varınca yaptığımız ilk iş valilik ve jandarmadan izin almak oldu. İkisine de gidip izin almak istediğimizi söyledik onlar da bize ne için diye sordular. Ben de dağa çıkacağımızı ve o yüzden izin almak istediğimizi söyleyince birkaç saniye sessizlik olduktan sonra gülmeye başladık. İzinlerden sonra erzaklarımızı alıp dağa doğru gidecektik ancak hem akşam olmuştu hem de yaklaşım Yüksekova üzerinden yapılıyormuş o yüzden bu gece burada kalalım dedik ve Sinan’ı aradık. Bizi alıp evinde misafir etti ve çok güzel bir gece geçirdik.

ironik (hakkari girişi)
7 Ağustos: Yüksekova – Serpil Köyü
Sabahın erken saatlerinde kahvaltımızı yaptıktan sonra Sinan bizi Yüksekova arabasına koydu. Kafamı cama yaslayıp yükselmeye başlayan dağlar arasında kıvrılan Zap nehrine bakarken arkada çalan Ahmet Kaya şarkılarını dinliyordum ve hepsi anlam kazanmaya başlamıştı. Yaklaşık bir saatlik bir yoldan sonra havaalanı sapağında inip otostopa çıktık.

Hakkari merkezden görünen Sümbül Dağı
Her yerde olduğu gibi yine birisi bize el edip gelin çay için dedi olur abi dedik. Sohbet muhammet falan derken abi bizi arabasıyla biraz ileriye götürdü. Ardından bindiğimiz arabanın arkasında bir keçi ile yolculuk yaptık. Daha sonra da bir çay bahçesinden gelen çay teklifini kabul edip oturduk. Birimiz çay içiyor diğerimiz otostop çekiyordu. Hedefimiz Yeşiltaş diye bir yere gitmekti. İnternette pek de rapor yoktu ve olan üç beş bilgimizle yola devam ediyorduk, birkaç da wiciloc kaydımız vardı.

bizi hakkariye getirip yüzdüren evinde misafir eden Sinan kardeş
Bulunduğumuz noktadan sonra araba sayısı çok azalmıştı ama yine de yola devam edebiliyorduk ( Yüksekova merkezden kalkan Yeşiltaş arabaları varmış ) Yine bir araba durmuştu, hemen çantaları yükledik arkasına. Bir baba ve oğul bize oradaki hayatlarından bahsederken bizi evlerine davet ettiler olur dedik. Evin annesi ayaküstü bize yolculuk boyunca yediğimiz en iyi yemeği yedirdi yoğurt, hakkari balı, ciğer, kendi yaptıkları ekmek, otlu peynir ve buz gibi kaynak suyu. Yediğimiz yemeğin güzelliğinden mest olup on binlerce teşekkürden sonra yolumuza devam ettik.

otostospla yeşiltaşa geliyoruz
Bizi bir karakol noktasına bıraktılar. İzinlerimizi gösterdik ve gelen ilk arabayla yola devam ettik. Herkes bize yakılan yıkılan köyler, göç eden insanlar ve senelerce yaşanan zulümlerden bahsediyordu, bu dağların gördüğü zulümlerden. Araba bizi hiçliğin ortasına bırakmıştı. Hemen yanı başımızdaki dereye attım kendimi hemen. Biraz bekledikten sonra araba bulduk ve Yeşiltaş’a vardık.

Cilolarda buzul nehirleri
Bir köprü vardı, köprünün solu Sat Göllerine giderken sağ taraf ise Serpil köyüne ve Reşkoya doğru gidiyordu. Tam sağı solu keşfederken bir minibüs gördüm ve önüne atladım. Bir grup tatlış teyzenin olduğu bir ekibe denk geldik 9 Eylül Dağcılık Kulübü üyeleriymiş meğer. Kendimizi tanıttıktan sonra bizi çok sevdiler ve tebrik ettiler. Onlar da tam gideceğimiz yere doğru gidiyorlarmış ve böylelikle artık yol bitmiş olacaktı. Araba bir yerde durdu indik hep beraber. Fotoğraflar çekildik ve tabi sopa çevirdim onlara. Güzel temenniler ile vedalaştık.

Yeşiltaş köprüsü, sol taraf Sat Göllerine gider sağ taraf ise serpil köyüne oradan yaylasına yani zirveye doğru
Kendimizi hemen yanımızdaki nehre attık güzelce yıkandık oh. Çantaları sırtlayıp az önceki ekipteki şoför abinin dediği patikayı yürümeye başladık. Patikadan giderken karşımıza buzul çıktı. Hayatımda daha önce buzul görmemiştim. Yolumuza devam ederken bu buzulun eriyip dağdan aşağıya doğru gelip patikamızı kapattığımı gördük. Biraz aradık taradık fakat bir geçiş bulamadık. Buzulun üstünden de gitmek istemedik çünkü altından nehir geçiyordu buzulun, kırılma ihtimali vardı. Biz de geri dönme kararı aldık ve bizi arabayla bıraktıkları noktaya kamp kurup buradan zirve denemesi yapmaya karar verdik.

serpil köyünde karşılaştığımız Dokuz Eylül Dağcılık ekibi
Bulunduğumuz yer Serpil köyüydü(1600m) ancak normalde Hurkadim yaylasında(3000m) kamp atıp oradan zirveye çıkmayı planlıyorduk. Akşam erkenden tulumlara girip yattık ancak pek uyku tutmadı karnımda yapacağımız şeyin heycanından dolayı ağrılar vardı. Ama o yola çıkacaktık ve en azından deneyecektik.

İlk defa buzul gördük
8 Ağustos: Zirve
Sabah 1:30 gibi uyanmıştık, hemen bir çay yapıp lavaş arası hakkari balı gömdük. Çantaları hazırlayıp saat 2 gibi yola çıktık. İlk etap hemen çadırımızın arkasından giden araba yolundan yukarı çıkıp Serpil yaylasına varmaktı ( Gün içerisinde şehre giden berivanları yani süt sağan kadınları geri getiren arabalar oluyormuş) araba yolu oraya kadar gidiyordu.

Dokuz Eylül Dağcılık üyeleri
Saat 5 olmuştu Serpil yaylasına vardığımızda. Etrafta bir iki Berivan çadırı, katırlar ve birkaç köpek vardı. Cilolar şuana kadar gördüğüm en iyi dağlardı. Her yerden su fışkırıyordu, çiçekler böcekler her yerdeydi. Aladağlar gibi kurak ve çorak değildi. Hava aydınlanmaya başlıyordu ki önümüzden birkaç domuz geçti. Sakinliğimizi koruyup Reşko olduğunu düşündüğümüz dağa doğru yürümeye devam ettik.

Serpil köyünden yukarı serpil yaylasına giden yol

çok sulak
Bir noktada yolu kontrol edelim dedik ve yanlış yolda olduğumuzu fark ettik. Önce solumuzda kalan nehri aşıp geri dönüp 200m yükseklik kaybedip geçide gitmemiz gerekiyordu. Bu bize yaklaşık bir buçuk saat kaybettirdi. Hal böyle olunca acabalar yükselmeye başladı kafamızda ama yolumuza devam ettik. Geçit oldukça dik bir yoldu ve Karayalak vadisinden Çelikbuydurana çıkılan yolu andırıyordu. Saatlerce çıktık o zigzaglı yolu. Yer yer dinlenip bulduğumuz minik gölgelerde su içip atıştırmalık yiyorduk(en zorlu etaplardan birisiydi bu yol).

serpil yaylasından görüntü (yanlış yoldayız, ok yönünde aşapı inip nehiri geçtik)

eriyip yolumuzu kapatan buzul
Saat 11 olmuştu Hurkadim yaylasına geldiğimizde. Birkaç çadır ve bir katırcı ile karşılaştık. Bize bir grubun zirve yolunda olduğunu bizim de zirve için geç kaldığımızı söyledi, yola çıksak da onları yetişemezmişiz. Bize yolu tarif etmesini istedim o da bi ıslık çaldı yukarılarda bir adam iki kadınla yürüyordu onları yakaladık. Meğer 9 Eylül ekibinin zirve grubu imiş yolda olanlar, bizim karşılaştıklarımız ise zirve yapmayanlarmıştı. Diğer katırcı adam bize yolu gösterdi ve yola devam ettik.

yerin içinden çıkan bir su
Sağa doğru patikayı takip edip şelalenin solundan dik yamaçtan çıkıp kar görünen sırta kadar yolu tarif etti ve aynen de bu yolu yaptık(bir wiciloc kaydında bu rotaya girmiş ve çok dik diye kullanmamışlar bu yolu ama o kadar da trip değil fıtı fıtı çıktık biz). 3400mye varmıştık ama hala etrafta türlü türlü kuşlar (keklik sülün atmaca şahin etc), çiçekler (ters lale göremedik), böcekler, sulak yollar vardı.

güzel bir bitki

her yer şelale

yemyeşil cilolar

Hurkadim yaylasından zirveye doğru

Hurkadim yaylasından geldiğimiz geçide doğru bakış
Sırta vardığımızda saat 14 olmuştu. Soldan devam ettik ve dönüş yolundaki zirve ekibini gördük. Kahraman abiyle tanıştık. Kendisi Reşko’ya en çok çıkmış rehbermiş. Bize yukarıda tek tehlikeli yer olan kılçıktan bahsetti. Kendisi oraya sabit hat kurmuş ve bırakmış. Öyle olunca biz de yanımızdaki ipi ve fazlalık malzemeleri bi yere bırakıp yolumuza devam ettik. Kılçığa gelmiştik. Bence pek de trip değildi ama kışın sıkıntı olabilecek bir geçitti. İpe falan girmeden bam güm geçtim orayı. Bora ipe girdi ama bir noktada o da saldı.

sırta doğru sol (güney)taraftaki buzulllar

Zirveye giden sırt

buzullar
Artık önümüzde zirveye giden hafif eğimli bir yol vardı. Bu kısmı da Dksk’nın son etabına benzetmiştim. Git git bitmiyordu. Bir de o kadar yol yürüdükten sonra son adımlar gitgide daha da zor olmaya başlamıştı. Yorgun hissetmeye başlamıştım. Bora arkamdan geliyordu ve karşıma zirve tabelası çıktı saat 15:40tı. 4135m lik Reşko Dağı’nın zirvesindeydim.
Kısa zaman sonra da Bora geldi. Bu kadar yolu aşıp sonunda başarmıştık. Çokça zaman önce kurdurduğumuz hayalin içindeydik. Hava berrak ve temizdi, rüzgar azdı. Zirveden sıra dağlar çok güzel görünüyordu. Arka tarafta uzanan koca buzul çok haşmetli görünüyordu. Zirve defteri yoktu, fotoğraflarımızı çekinip hemen yola koyulduk. Aşağı inerken kocaman bir delik var yol üstünde aman ha sakın düşmeyin ona.

Türkiyenin en yüksek ikinci dağı reşko zirve
Aşağı inişimiz çok hızlı oldu ve saat 18’de vardık Hurkadim yaylasına. Bizi gören diğer ekip bizi kutlayıp çay ve yemek ikram ettiler. Orda biraz dinlenip keyif yaptık, artık zirveyi yapmıştık saat de çok geç değildi rahatlamıştık. Saat 19da Hurkadimden yola çıktık çadırımıza doğru (Kahraman abi bize burada kalın öyle gidin demişti ama biz kendi çadırımızda uyumak istemiştik.) Hava yavaştan kararmaya başlamıştı, keyfimiz yerindeydi. Önümüzde saatlerce çıkmaya uğraştığımız dik geçit vardı. Bir süre karanlıkta görmeye çalışma oyunu oynadım ancak bir noktada hava çok kararınca kafa lambalarına geçtik. Benimkinin şarjı yoktu o yüzden neredeyse tek ışıkla gidiyorduk.

yol boyunca tek tehlikeli yer olan kılçık ( sabit har var ancak olmayabilir)

Ali Umut kılçıktan geçiyor
Yolda Bora’nın ateşi çıkmaya başlamıştı ve kendini iyi hissetmiyordu. Onun çantasını aldım ve kendi batonlarımı ona verdim çünkü yola çıkarken yanına kazma alıp baton almamak gibi bir hata yapmıştı. Aşağı inerken karşı dağın bir yamacında ışık gördük. Sabah etrafı incelemiştim ve ışık gördüğümüz yer hiç de o saatte olmak istiyebileceğiniz bir yer değildi. Ne bir yol ne de düz bir zemin su hiçbir şeyin olmadığı bir yerdi. Orada neden bir ışık vardı. Bora ile konuşmaya başladık acaba bir dağcı mı, yardıma ihtiyacı var mı diye ama orada bir rota bile yoktu. Işığın bulunduğu yerin arkasında ise asker karakolları vardı ama onlar ışığın olduğu yeri göremiyordu. Işık sapa sola ışıyor arada bize bakıyordu. Yolumuza devam ettik (Daha sonraları konuştuğumuz insanlar gördüğümüz bu ışığın örgütten biri olabileceğini söyledi.). Aşağı inişimiz saat 21’i bulmuştu. Arkamızda ise bizi takip eden bir çift göz vardı, yol boyunca bizi takip eden bir köpek.
Aşağı indikten sonra geçmemiz gereken bir nehir vardı. Bize söylenilene göre sol tarafa doğru gidince nehirden geçilebilecek olan nokta görünüyordu. Bora bekliyordu ben de zifiri karanlıkta el yordamıyla köprüyü arıyordum. Nehir korkunç görünüyordu, karanlığın ortasında gürüldüyordu. Köprüyü bulamıyordum ve kafamda nehri geçerken olabilecekler canlanıyordu. Karanlıkta tek başıma yaptığım şeyin farkındalığı beni korkuttu ve Boranın yanına koştum. Kafa kafaya verip köprüyü maptan bulduk. Wicilocun arazi versiyonuna geçip nehrin en dar kısmını bulduk ve gerçekten de geçit oradaydı rahatça geçebildik.
Bu sefer ise önümüzde dimdik bir yamaç vardı çıkmamız gereken. İşin kötüsü ise patika yoktu, yani kesin vardır da biz bulamadık o karanlıkta ve dimdik çıkmaya başladık o yamacı. Boyumuz kadar dikenli çalıların arasında iki çanta ile tırmandım zar zor. Bora yavaş yavaş geliyordu ben önden gidip yolu bulmaya çalışıyordum. Yorgunluktan bitap düşmüş bir vaziyette yukarı çıkabilmiştik. Artık önümüzde düz bir yol ve aşağı inilecek son bir yol kalmıştı rahatlayacağımızı düşünmüştük. Serpil yaylasına varmıştık, sabah berivanların olduğu yere. Birden köpek havlamaları duyduk. Yolumuza devam ettik. Bir çadırdan çıkan ışık gördük. Devam ettik. Karanlığın içinden gelen bir kişneme sesi bizi gerçekten gerdi. Dikkatli bakınca bize doğru koşan bir katır gördük. Katır kişneyerek bize geliyordu sonsuz karanlıktan. Korkudan elime hemen kazmayı alıp bir de taş aldım. Katır bize çok yaklaştı ancak temas yaşanmadı. Yolumuzu kesti ama sakin kalıp devam etmeye çalıştık. O sırada Bora sıçtık etrafımız sarıldı dedi bir de ne göreyim iki katır daha yolumuzu kesmiş. Sakin kalıp yürümekten başka hiç yolumuz olmadığı için bunu yaptık. Yaklaşık yarım saatlik bu kabusu atlattık bir şekilde.
Artık önümüzde sadece inmemiz gereken bir yol kalmıştı. Bora’ya sorduğumda 10 üzerinden kendini 8 kötü hissediyordu. Benim de yürümekten ayaklarım davul gibi şişip ağırmaya başlamıştı ama yürümekten başka şansımız yoktu. Yolun sonuna doğru geliyorduk ama yol uzadıkça uzuyordu bitmek bilmiyordu ve saat gece 12’de çadırımıza varabildik. 22 saat sürmüştü faaliyet ve fiziksel olarak iflas etmiştik. Hemen uykuya daldık.
9 Ağustos: Serpil Köyü – Yüksekova
Sabah kalktığımızda Bora kendini daha iyi hissediyordu ama artık başka bir yere gitmek istemiyordu. Hastalandığı için eve gitmek istiyordu. Son defa nehirde yıkandım ve güzel bir kahvaltı yaptık. Çantalarımızı ve kampımızı toplayıp yola çıktık. Başta yakaladığımız şansı bulamadık ve Yeşiltaşa kadar kamp yüküyle yürüdük. Karşımızda koca dağlar tüm heybetiyle duruyordu.

dönüş yolu

son cilo manzaramız
Bence yol çok güzeldi ama Bora hasta olduğu için pek keyif alamıyorduk. Omuzlarımda hem zaferin yükü hem de bir yandan hayal kırıklıkları vardı çünkü İran’a gitmeyi planlıyorduk ama şimdi artık eve gidiyorduk. Faaliyet erken bitmişti. Yeşiltaşa indik ve son kez kendimi Hakkarinin buz gibi nehir sularına attım. Otostostopa başladık ama hiç araba yoktu. Bora da kötü olunca taksi çağırdık 800tlye Yüksekovaya gittik. Şehir merkezine varınca son bir yemek yedik. Dönüş biletleri bakmaya başladık ama içimde bir kurt vardı. Dönmek istemiyordum…
0 yorum