9 – 13 Ağustos 2024 Demavend Zirve Faaliyeti Güney Klasik Rotası

EKİP: Ali Umut Usta, Bora Turan
KAMP YERİ: 2. Ana kamp – 3. Ana kamp
ROTA: 13 Ağustos gece 02.00 4200’de ki 3. Ana kamptan yola çıkış. Saat 9:40’da zirveye varış ve saat 17’de 2. Ana kamptan ayrılış.
EKİPMAN: Herkes için kask, kazma, krampon, ortak olarak birkaç karabina, perlon, prusik, telsiz ve 60m ip.( malzemelerin neredeyse hiç birini kullanmadık bile .), yemek seti, 1 fighter çadır, bir sopa
YAZAN: Ali Umut Usta

Dağ: Demavend
Konum: İran, Tahran
Yükseklik: 5.610 m.
Zirve Tarihi: 13.08.2024

Demavend Dağı, 5610 m. İran’ın en yüksek dağı ve Asya’nın en yüksek volkanik dağı. Güneyden yaklaşımlı klasik rota

9 Ağustos Yüksekova

8 Ağustos günü Cilo Dağlarındaki Reşko ( 4135m) zirvesini yaptıktan sonra Bora hastalandı ve eve dönme kararı aldı ama normalde plan Reşko’dan sonra İran’ın en yüksek dağı olan Demavend’e çıkmaktı. Zaten Hamas lideri yeni vurulmuş olduğu için ortalık karışıktı ve insanları bizi uyarmalarından dolayı içimizde bir endişe vardı. Bora da hastalanınca İran ekspedisyonu yaşanmadan bitmiş gibiydi. Yüksekova’daydık ve Bora dönüş biletini almıştı. Benim içimde ise bir kurt vardı. İran’a gitmek için pasaport çıkarmıştım ve bir sürü plan yapmıştım ancak bunları yalnız yapmak da istemiyordum. Tek başıma yapamayacağımı düşünmüyordum ama dostum olmadan da zirvenin tadı pek çıkmazdı. Dağcı dostlarımı arayıp ne yapmalıyım diye sordum ve Muhammet’in söylediği “ Ulan tek başına dünyayı gezdin İran’da mı vakit geçiremeyeceksin ? Bence gitmelisin. En kötü dağa bakar ve evet buna çıkılmazmış der dönersin böylece içinde de kalmamış olur.” Cümleleri tam da duymak istediğim şeylerdi ve Bora’ya kararımı bildirdim. İran’a tek başıma gidecektim.

O gün Bora ile Yüksekova’da ikinci doğu ekspedisyonumuzun son gününü yaşıyorduk. Son kez ciğer yiyip, insanlarla hasbihal ediyorduk. Fazlalık eşyalarımı Bora’ya bırakmıştım. İran’da ki arkadaşlarımı teyakkuza geçirmiştim. Kendimi mental olarak hazırlamaya Gün içerisinde İran’a gideceğimin yarattığı heyecan Bora’yı da etkilemişti. Geceyi Yüksekova’daki bir çaycı dükkanın izbe bodrum katında geçirmiştik. Zor bir geceydi, heyecandan mideme kramplar giriyordu.

10 Ağustos Yüksekova – Tebriz

Alarmın sesiyle rutubetli bodrum katının karanlığında gözlerimi açtım. Bora ile çantalarımızı hazırladık ve çorba içmeye gittik. Bora aldığı ilaçlardan sonra daha iyi hissettiğini söylemişti ve güzel çorbamızı içtikten sonra kararı değişmişti Bora da İran’a geliyordu. Bu harika haberle birlikte gelen enerji ile yola koyulduk. 100tl ye Yüksekova’dan Esendere sınır kapısına gittik. Yolu düşünüyor ve ufukta dalgalanan kocaman İran bayrağına bakıyordum. İlk defa İran’a gidecektim ve yıkılmayı bekleyen bir sürü önyargıya doğru adımlarımızı atıyorduk. Meraklı bakışlar altında kontrol noktalarından geçtik. Tam İran sınırına gelmiştik ki sistemleri bozulmuş ve iki saat kapıda beklemek zorunda kaldık. Bunaltıcı beklemenin ardından açılan kapılara üşüşen yüzlerce insan arasında pasaport kontrolünden geçtik. Artık İran’daydık. Yeni bir ülke , yeni bir macera, alfabe,dil,kültür ve bilinmezlik… İşte bizi bekleyenler bunlardı.

İranda bizi bekleyen görüntüler

Tebrizdeki kapalı çarşı

Ülkeye girer girmez bir sürü insan hemen bize yanaşıp para bozdurmak ve taksi isteyip istemediğimizi sordu. Ben sınırlardaki bu kaos durumuna alışkın olduğum için hiç aldırış etmeden en ucuz seçeneği bulmaya çalıştım ancak sınırdan en yakın şehir olan Urmiyeh’e giden araç yokmuş o yüzden taksiyle gitmemiz gerekti. Para da bozdurmadık çünkü ucuzdan bozacaklarını düşünüyordum ( sonradan öğrendim ki iyi fiyatlara bozuyorlarmış 100tl = 170 tümen ). Urmiyeh şehrine geldiğimizde 90tlye hemen bir otobüs bileti aldık Tebriz’e. Okuldan arkadaşımın kardeşi bizi karşılayacaktı Tebriz’de. Yoldayken sayıları ve harfleri anlamaya çalışıyorduk, benim dini backgroundumun işe yaradığı yegane yerlerdendi İran. Ülkeye dair ilk izlenimlerim de şunlardı, heryerde eski arabalar vardı, Türkiye’ye göre biraz daha kaotikti ancak halihazırda Güney Doğu Anadolu’da olduğumuz için belli bir süredir çok büyük bir değişim hissetmedik. Türkiye’nin en az gelişmiş yerlerinden biraz daha ileri gidince karşımıza çıkan büyük kentler beni şaşırtmıştı ve aslında bu durumun ne kadar politik olduğunu anladım tekrardan. Mesela istenilse Hakkari Yüksekova da çok gelişmiş olabilirdi.

Bizi Tebriz’de ağırlayan dostlarım

Tebriz Şah Gölü

İran’ın bu bölgelerinde 15 milyon Azeri Türk’ü yaşıyordu ve hiç dil konusunda sıkıntı çekmiyorduk. 5-6 saatlik bir yolculuk sonunda vardık Tebriz’e. Arkadaşımın kardeşi Peri ve kuzeni Rüya bile buluştuk. İran’da yabancılara telefon hattı satmıyorlardı ve internet kullanamıyorduk. Rüya bize kendi telefon hattını verdi. Bu sayede internet kullanabiliyoduk ancak Google,Whatsapp,İnstagram gibi bir sürü şeyi kullanamıyorduk Vpn’de indirememiştik ama günü kurtarabiliyorduk.Rüya ve Peri bize Tebriz’i gezdirdiler. Azeri nüfusunun ağırlıkta olduğu bu şehir aynı zamanda İran’ın en büyük şehirlerinden. Bolca geometrik şekillerin olduğu mimari yapılar ve kocaman kapalı çarşılarını gezdikten sonra zamanında İran şahının gözde vakit geçirme yerlerinden olan Şah Gölü’ne gidip güzel bir yemek yedik. Yemekten sonra güzel sohbetler ettik ve gece vakti arabaya binerek Tahran’a yani başkente doğru yola çıktık. Bir bayrama denk geldiğimiz için otobüs bileti bulamamıştık ancak Peri ve Rüya bize taksi ayarlamıştı. İyice yaklaşıyorduk Demavend’e ve açıkçası nasıl çıkacağımız hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yolda bir iki rapor okuduktan sonra “Amağn bir- iki wikiloc kaydı açar çıkarız.” dedik.

Tahran’da ilk sabah, bizi masa tenisinde tokatlayan İranlı şair

Demavend’i ilk defa görüyoruz

11 Ağustos Tahran – 2. Kamp Alanı 3200m

Sabahın ilk saatlerinde gözümüzü Tahran’da açtık. Taksici abi bize nerede inmek istediğimizi sormuştu ve o an fark ettik ki gerçekten nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Her şeyden önce paramızı bozmamız lazımdı çünkü eğer yabancı uyruklu iseniz Demavend dağına çıkmak için kişi başı 50 dolar ödemek zorundasınız. Bu yüzden para bozdurma yerlerine gitmeye karar verdik. Tahran koca bir şehirdi ve her yerden insan fışkırıyordu. Bu kadar insan ve kaostan hemen kaçmak istedik. Para işini hallettikten sonra raporlardan gördüğümüz kadarıyla Pulur (polour gibi bi şeydi yazılışı) diye bir yere gitmemiz gerekiyordu ve hemen taksiye atladık. Neredeyse hiç otostopla uğraşmadık çünkü ulaşım çok ucuzdu. Bir saatlik bir yoldan sonra Pulur’da ki dağ evine varabildik.

Polur’da 2200m’deki izinleri aldığımız dağ evindeki harita

Haritanın daha detaylı hali (işaretli yer 3200deki 2. kamp alanı)

Polur’da yemek yer iken Bora’nın ilgisini çeken İran çalgısı

3200’e yani ikinci kamp alanına giderken Demavend manzarası

İzinlerimizi aldık ve kamp ikiye giden birilerini bulup bir araç ücretini bölüştük ( kişi başı 200tl) Jip biçimindeki araç toprak ve taşlarla dolu dağ yoluna girmişti ve yükselmeye başlamıştık. Bir süre sonra kendimizi bulutların üzerinde bulduk. Trabzonlu olmama rağmen ve bu olayın Karadeniz’de hep yaşanıyor olmasına rağmen hayatımda ilk defa bulut denizinin üzerindeydim ve yükselmeye devam ediyorduk. Demavend Dağı işte o zaman göründü tüm heybetiyle. Karşımızda Ağrı Dağını çok andıran bir dağ vardı gerek ulaşımı gerek oluşumu gerek yaklaşımı olarak. Tırmanışın çok zor olmayacağına dair öngörülerim vardı bu yüzden. 3200’e yani ikinci kampa geldiğimizde bizi kamp alanı ve bir cami karşıladı. Hemen çadırımızı kurup diğer çadırladaki dostlarımızla güzel sohbetler ettik ve ertesi gün yukarıda görüşmek üzere vedalaştık.

3200m 2. kamp alanındaki cami ve Demavend

2. kamp alanına çıkarken arkamızdaki bulut deryası

2. kampta akşam manzaramız

2. kamp alanına beraber geldiğimiz İran Azerisi dostlarımız

12 Ağustos 2. Kamp Alanı 3200m – 3. Kamp Alanı 4200m

Planda sabahın ilk ışıklarıyla 2. Kamptan ayrılacaktık çünkü öğlen sıcağını kafamıza yemek istemiyorduk ancak sabah yağmurla uyanınca bu plan suya düştü ve sıcacık tulumlarımızda kalıp uyumaya devam ettik. Saat 8-9 civarı uyanıp kahvaltımızı yaptık vr toplandık. 15 kiloluk bir çanta yaptık ve 500-600tl civarında bir ücrete çantayı katıra verdik. Sonra da 3. Kamp alanına doğru yola koyulduk. Patika gayet açıktı ve hiçbir şekilde navigasyon kullanmamıza gerek olmamıştı. Bolca şarkı ve türkü eşliğinde yürümeye devam ediyorduk. Gördüğümüz insanlarla sohbetler ediyor heyecanımızı paylaşıyorduk. Yaklaşık 3-5 saatlik bir yürüyüşten sonra 3. Kamp alanına varabilmiştik. Kocaman bir dağ evi ve bir sürü çadır bizi karşıladı. Kendimize güzel bir yer seçip çadırımızı kurduk.

4200’e doğru çıkmaya başladık, yolda herkesle ahbap oluyoruz

Türk olduğumuzu öğrendiklerinde türkçe şarkılar söyleyenler

4200’deki çeşme ve tuvalet alanı

O sırada bir katırın üzerinde gördüğüm bir görüntü içime korku salmıştı. İnsan şeklinde beyaz çarşaflara sarılı bir şeyi bir katırın üzerinde bağlanmaya çalışıyordu insanlar. Bora’ya bunun bir insan olup olmadığını sorunca o da “Yok be insan değildir.” demişti ancak sonradan öğrendik ki 50 yaşlarında Iraklı bir adam 2. Kamptan direkt zirveye çıkmaya çalışmış ancak bu çok hızlı irtifa, basınç ve oksijen değişimine bünyesi dayanamamış ve kalp krizinden ölmüş. Böylelikle ilk defa dağlarda ölüm görmüş oldum ve bu işleri kitabına göre yapmanın önemini kavradım. Risk alınabilirdi ancak mantık dahilinde. Bir çay demleyip atıştırma yedikten sonra dağ evine gidip insanlarla tanıştık güzel sohbetler ettik. Normalde aklimite olmak için bir gün burda beklememiz gerekiyordu ama çok yakın zamanda 4100 metreye çıkmış olduğumuz için buna ihtiyacımız yoktu. Bu durumu Ağrı’ya tırmanırken de yaşamıştık. O yüzden ertesi gün zirveyi deneyecektik. Bizim gibi zirve deneyecek bir grupla beraber yola çıkma planı kurduk. Herkese güzel temenniler diledikten sonra çadırımıza geçip uyuduk. Yarın büyük gündü.

3. kamp alanı 4200’deki dağ evi

4200’de manzaramız

13 Ağustos 3. Kamp Alanı 4200m – Zirve Tahran

Ağrı’da da, Cilo’da da, Demavend’de de yine alarmlar çalmaya başladığında saat 1.30’u gösteriyordu. Üzerimde gerginlik yoktu aksine bu uzun yolun sonuna geldiğim için heyecanlıydım. Gerçekten az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiştik. 5610 metrelik zirveye giden ilk adımı atmak için doğruldum sıcacık tulumumdan. Hemen kendimize bir çay yapıp birkaç kuru meyve yedikten sonra malzemeleri kontrol edip zirve çantalarımızı sırtlanıp yola koyulduk. Evvelsi gün dağ evinde tanıştığımız üç İranlı dostla tırmanmaya başladık. Ekipte bir arkadaş önceki gün yediği bir şeyden dolayı midesi rahatsız olduğu için yavaş gidiyorduk. Bu gayet işimize geliyordu, hem alışa alışa çıkıyorduk hem de yorulmuyorduk. Belli bir süre gittikten sonra arkadaş kustu. Hal böyle olunca dostlar bize siz devam edin biz arkadaşı indirelim dedi. Biz de geçmiş olsunlar ve güzel temennilerle onları uğurladık.

zirveye yolculuk, en soldaki dostumuz rahatsızlanıyor

Yükselmeye devam ediyorduk. Patika apaçık ortadaydı, harita yardımı kullanmıyorduk. Güneş sağ tarafımızdan, bulutların ardından kendisini göstermeye ve içimizi ısıtmaya başlamıştı. Maviden mora ordan da kahverengi, sarı ve turuncuya dönen harika bir gökkubbe. Yol boyunca Bora ile hayat üzerine güzel sohbetler eyledik. Bir noktada Bora’nın başı ağırmaya başlayınca tempolu, bol nefesli ve su içmeli bir tempoya girdik. 5000 metrelere gelince benim de başım ağırmaya başlamıştı. Biraz istişare eyleyip bu yükseltide çok kalmamak için vites arttırma kararı aldık. Kafamın içerisinde ACDC’den Highway to Hell çalıyordu. Zirveye sadece 600m yükselti kazanmak kalmıştı, yani üç Saphire binası kadar. Yükselmeye başladıkça her attığımız adım daha da ağırlaşıyordu. Ara sıra mızmızlanan Bora’yı önüme katıp batonlarla kıçına “Deeeeehhh!!!” diye vurup yükselmeye devam ediyorduk.

4600’de manzara

Bir sürü insanla fotoğraf çekilip kuruyemiş paylaşıyoruz

5137 metreye geldiğimizde ikimiz için de çıktığımız en yüksek noktaya gelmiş bulunuyorduk ve bundan sonraki her adım bir ilkti. 5300’lü metrelerde Asya’nın en büyük volkanik dağı olan Demavend’in sülfür kaplı külahının kokuları etrafı sarmaya başlamıştı. Adeta Pers Tanrıları bin yıllar evvel bu koca dağın üzerinde bir yumurta kırmışlar ve ortalığı kokutmuşlar gibiydi. Ağzımızı burnumuzu baflarımızla kapattık ancak bu seferde nefes buharım burnumu ıslattığı için hızlı bir üşüme yaşıyordum. Amma velakin yükselmeye devam ediyorduk. Bir sürü gurubu yavaş yavaş geçiyorduk. O sıralarda biraz yorulmuştum ancak sanırım kafasında “Back in Black” çalan Bora ben döndüm diyordu ve basa basa yükseliyordu.

Etraf sülfürden iyice sararmış ve ortalığı ani bir sis basmıştı. Esen rüzgar sarı sülfürü yüzümüze üflüyordu. Biz ise sisin arasından yükselirken gördük karşımızda duran kaya kütlesini. Birkaç dakika sonra anladık ki gördüğümüz şey zirveymiş. Zirveye vardığımızda saat 9:40’tı. Zirvede birden çok grup ve on kişiden fazla insan vardı. Hemen fotoğraflarımızı çekildik ve artık aşağı inmeye başladık. İnsan bir an sanki tüm bu yolculuğu iki fotoğraf çekilmek için yaşamış gibi hissediyor ama aylarca yapılan plan, düşünülen yol, atılan onca adım, tanışılan o kadar insan ve kurulan onca hayaldi aslında bütün bu zirveyi zirve yapan. Dağcılık işte o kadar güzel ki insana içinde bulunduğu anın genel resimde ne kadar küçük bir an olduğunu öğretiyor birinci elden.

can dostum Bora ile 5610 metrelik İranın en büyük dağı Demavend zirve

Zirveden üçüncü kampa 1400 metre yükselti kaybetmemiz gerekiyordu. 7-8 saatte çıktığımız bu yolu ne kadar sürede ineceğimizi merak ediyordum. Hızlı adımlarla aşağı inmeye başladık. Yol çok tehlikeli olmadığı için vın vın aşağı koşuyorduk resmen derkenn normal rotanın aşağı inerken solunda kalan süper bir çarşak görmeyelim mi. İşte o an ellerimizde batonlar adeta kayak yaparmışçasına fiyuuuu diye aşağı inmeye başladık. Aslında çok desteklemiyorum bunu inerken ayaklarına gel de beni burk demekle eşdeğer bir iş ama çok da zevkli kerata, hem dinamiği yakalayınca akıyo. İnerken yolda bizden ayrılan dostlarımızı gördük, onlarda da toparlanmış ve zirveye gidiyordu. Onlara şimdiden tebrikler diledikten sonra inişe devam ettik ve üçüncü kamp alanına yani 4200’e vardık, saat 11’di. Yani 8 saatte çıktığımız yeri bir buçuk saatte inmiştik. Üzerimde büyük bir rahatlama vardı ama aynı zamanda yolun sonuna geliyor olduğumuz için her şey daha da zorlaşıyordu. Güzelce çantalarımızı topladıktan sonra dağ evine son kez giderek elimizde ne var ne yok hepsini yedik, kalanı da oradaki çalışanlara hediye ettik.

inişte dün gece tanıştığımız Amerikan dostlarımız ve İranlı rehber Babek ile karşılaşıp vedalaşıyoruz

3200’e iniyoruz, 3. kampa veda ettik

Artık ardımızda başka bir dağ daha bırakarak yolumuza devam ediyorduk. Birkaç saatlik bir inişten sonra da 3200’deki ikinci kampa vardık. Orada bıraktığımız malzemelerimizi de aldıktan sonra 3200’deki bu kamp alanından nasıl Tahran’a gideceğiz diye düşünürken orada tanıştığımız Nader adlı yüce gönüllü bir insan tarafında pat diye Tahran’a bırakıldık hem de hiç para vermeden. Kendisinin de dağcı olduğunu ve artık İran’a gelirsek onla tırmanmak zorunda olduğumuzu öğrendik ve bize Tahran’ın dağlarında kayak da yaptırıcakmış. Hikayenin burdan sonraki kısmı ise İranlı dostlarımla Tahran’da harika vakit geçirmemiz, süper yemekler yiyip sarhoş olup bilmediğimiz bir evde uyanmamız, İran şahının sarayını gezmemiz ve artık dönüş yoluna geçmemizdir. Malum yol uzun önce Tebriz’e oradan da Türkiye sınırını geçip tekrar Yüksekova’ya dönerek uçağımıza binip ikinci doğu ekspedisyonunu bitirmiş olduk kazasız belasız. Artık rotalar zorlaşıyor gidilecek mesafeler artıyor ama aklım fikrim olacak olan üçüncü doğu ekspedisyonundan çıkmıyor ( Kaçkar – Kazbek – Elbruz )

Bizi 3200’den alıp taa Tahrana getiren dağcı Nader (inanılmaz şükranlar)


0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir