18-24 Ağustos 2024 Yaz Kampı 2 Faaliyet Raporu
Ekip: Mert Umut, Salih Saygın Bozal, Rana Uygun, Asya Küçükbasmacı, Ahmet Kahraman, Meryem Örnek, Hakan Ak
Zirve Ekipleri:
İkibaş: Hakan Ak, Salih Saygın Bozal
Büyük Mangırcı: Meryem Örnek, Asya Küçükbasmacı, Rana Uygun, Mert Umut, Ahmet Kahraman
Alaca: Mert Umut, Ahmet Kahraman
Kaldı: Ahmet Kahraman, Salih Saygın Bozal, Mert Umut
Kızılınbaşı: Rana Uygun, Asya Küçükbasmacı
Kazıklı Ali: Mert Umut, Salih Saygın Bozal
18 Ağustos 2024
Sabah erken saatte Niğde’ye varıp soluğu hemen İlkbahar Lokantasında aldık.

Ekip ve ekmek kuleleri
Sonrasında, Sohbet Çay Evinde çeşitli meşrubatlar tüketttik ve Çamardı otobüsüne yollandık.

Çukurbağ Köyünde dağcılar
Ulvi Abi ile evinde buluştuk, ve bizi pick-up ile Sarımemedin Yurduna bıraktı.
Günü dinlenerek ve 101 atarak geçirdik(?) – Hakan
19 Ağustos 2024
Büyük Mangırcı
Meryem Örnek – Asya Küçükbasmacı – Rana Uygun – Mert Umut – Ahmet Kahraman
19 Ağustos 2024
Faaliyet Süresi: 10.5 saat
Kamp alanına (sarımemedin yurdu) vardığımız andan itibaren ilk zirve faaliyetim için hem çok heyecanlı hem de kaygılıydım fakat partnerlerim beni varlıklarıyla güçlendiriyordu :). Akşam okey ve monopoly oynayıp erkenden yatışa geçtik. Ne olur ne olmaz diye saat 2.00’de kalktık iğrenç yulaf lapamızı yiyip,Ahmetin yulafla ilgili yakınmalarını dinledikten sonra saat 3.05’ de yola çıktık.
Sessiz ama bir o kadar da keyifli yürüyüşün ardından saat 4.00’da yol ayrımında 15 dakikalık bir mola verdik. 4.15’te hava hala karanlıkken belirgin patikadan babalar yardımıyla yürüdük.Çok uzun bir süre ziklaklı patikayı takip ettik özellikle dönüşte baya sinirimi bozmuştu. Bu aşama gayet kolaydı fakat hava karanlık olduğundan dolayı bana karışık gelmişti, inişte “burayı mı çıkmışız yav” diyip şaşırdığımı hatırlıyorum.
5.30’da 20 dakikalık bir mola verip biraz daha yukarı çıktıktan sonra 6.40’da ufak bir tırmanış etabına vardık 15 dakikada ise bu bacaya benzeri yerlerden çıkıp etabı bitirmiştik. saat 7’de son tırmanış etabından çıkmaya başladığımızda biraz tırsmaya başlamıştım(götüm hafif attı) çünkü hava aydınlanmış ve yüksekliği fark edebilir olmuştum. Aşağı baktığımızda neredeyse tüm dağ kütlesi görünüyordu.
Eninde sonunda bu sorunsuz zirveye saat 7.40’ da vardık. Beklediğimden küçüktü:) Zirvede toplu fotoğraf çekilmeye çalıştık ama tabi yapamadık baya çirkin fotoğraflar ortaya çıktı.İlk zirveme çıkmış olmanın keyifiyle elmamı yiyordum diğerleri de atıştırmalıklarına gömülmüştü. . 25 dakikalık zirve takılışının ardından aynı yoldan geri inmeye başladık. Saat 9.10 da Ahmet ve Mert başka bir zirveye gitmek üzere ilk tırmanış etabının ordan bizden ayrıldılar(helal olsun mert ve ahmet). Fakat biz zirveye çıkmış olmanın zevkiyle gölgede bayaa bir mola verdik ve sonunda saat 11.00’de yola çıktık.Dönüşte benim meşhur koca ve taraklı ayaklarım su topladı, iniş benim için bir eziyete dönüştü bu sonraki gün zirve yapmamı engelleyecekti. Bir sürü gerekli ve keyifli molanın arından Bir şekilde bağıra çağıra, küfür ede ede kamp alanına saat 13.45’te vardık.
Bence büyük mangıcı zirve çok keyifli bir faaliyetti, ne çok zorladı ne çok basitti süperdi bayıldım, öptüm. -meryem
Alaca Zirve Raporu
Yazan: Ahmet Kahraman
Saat 9.00’da Büyük Mangırcı’nın kayasından inişi tamamladık ve mola vermeden Körtekli’ye doğru yola çıktık. Büyük Mangırcı, Mangırcı 2 ve ikisinin arasındaki boynu yan geçerek yedigöl mevkine ulaştık. Oradan da kısa bir yürüyüşle Körtekli’nin eteklerindeki boyna vardık. Biraz dinlendikten sonra Körtekli’nin tepesine doğru yola çıktık. 11.20’de tepeye ulaştık ve yarım saat mola verdik (Körtekli’ye giden net bir patika yok ve kaya yapısı çarşak veya slab üstü çarşak olduğu için yürüyüş için çok uygun değil. Bu yüzden buraya çıkmak biraz zaman alıyor).

Büyük Mangırcı – Mangırcı 2 boynu

Körtekli’ye çıkarken ben
Moladan sonra Küçük Alaca’ya doğru yola çıktık. Planımız Küçük Alaca’ya çıkıp ordan Alaca – Küçük Alaca boynuna inmekti. Ama ben yorulduğum için Küçük Alaca’ya çıkmak istemedim ve patikayı takip ederek direkt boyna gittim; Mert de plandaki gibi Küçük Alaca’ya çıktı ve 12.30’da boyunda buluştuk.

Küçük Alaca’dan Alaca ve Mert
Sonrasında Alaca’ya doğru yola çıktık. Bir hafta önce Skytrail etkinliği olduğu ve parkur Alaca’dan da geçtiği için zirveye kadar birçok baba vardı ve patika net bir şekilde belli oluyordu. Bu yüzden herhangi bir yol bulma sorunu yaşamadık. 13.00’te zirve sırtına ve 14.00’te zirveye ulaştık (Mert benden 20-30 dk önce vardı). Ben yorulmuştum ve çok zor nefes alıyordum. Son metrelerde sık sık mola vererek vardım zirveye ve yarım saat kadar dinlendik zirvede. (Zirveye kadar patika mevcut, herhangi bir tırmanış yapmadan veya el kullanmadan çarşaklı patikadan yürüyerek zirveye ulaşmak mümkün)

Zirve Fotosu

Alaca’dan manzara
İniş için planımız da geldiğimiz yerden değil, Avcıbeli tarafından kamp alanına ulaşmaktı. Yine etkinlikten dolayı zirveden Emli ormanına kadar birçok baba vardı. Bunlar işimizi çok kolaylaştırdı. 14.30’da inişe başladık ve 15.30’da Avcıbeli’ne ulaştık. Oradan Parmakkaya vadisine indik; uzun molalar vermeden ve bazı noktalarda da koşarak 19.00’da kamp alanına ulaştık.
Körtekli-Küçük Alaca-İkibaş Zirve Faaliyet Raporu
Tarih: 19 Ağustos 2024
Genel Zorluk: II+, derece kaya tırmanışı
Süre: ~16 saat (Kamptan çıkış ve kampa dönüş arası)
Ekip: Hakan Ak, Salih Saygın Bozal
Hava Durumu: Tamamıyla açık (clear)
Malzemeler: Kask, su (bolca)
Rota Kaydı: https://www.wikiloc.com/mountaineering-trails/emmi-yaylasi-konumundan-kortekli-zirve-ve-kucuk-alaca-184027417
Zirve planları yapılırken dönen Alaca-Kaldı planları arasında, Salihle düşünüp nispeten kısa ama çevreyi epeyce gezebileceğimiz, manzaralara doyabileceğimiz ve 2023 Sonbaharında halihazırda Körtekliye çıkmamdan mütevellit yoluna hakim olduğum bir zirve planı yaptık. Aslında bunun yanında bir de Kaldıya beraber gitmeyi planlamıştık, ancak bu zirve sonunda ayakkabı tabanımın bana veda etmesi üzerine, ben kampta kaldım, Salih de diğer ekibe katıldı.
Önceki geceden kahvaltılarımızı (çeşitli dürümler) hazırlayıp, sabah rota üzerinde yemek üzere çantalarımıza aldık. Planımız şu şekildeydi: Büyük Mangırcı Vadisi boyunca yükselip, Körtekliye Kuzey tarafından yaklaşıp, Küçük Alaca zirvesi yapıp, oradan Akkapız zirvesine uğrayıp İkibaş zirvesine çıkmayı ve Alaca yaylasından inmeyi planlıyorduk. Sabah da uyanıp hızlıca hazırlandıktan sonra, saat 3 gibi Sarımehmetin Yurdundaki kamp alanımızdan yola çıktık. Mangırcı Vadisine giriş yaptık ve rahat patikadan ilerlemeye başladık. Ormanın sona erdiği ve Mangırcı Vadisinin dev kayalıklarıyla birlikte yükselmeye başladığı yerde mola verdik ve kahvaltımızı keyifli bir manzara eşliğinde yaptık.
Sonrasında yola devam ettik, ancak burada patika konusunda biraz kararsızlığa düşüp bir sağa bir sola yükseldik. En sonunda anladığımız bu vadide öyle belirgin bir patika olmadığıydı. Yine bir saat yükseldikten sonra ufak bir mola verdik, bir yaz gününde olmamızdan mütevellit hava erkenden aydınlanmaya başlamıştı.
Körtekliye çıkacağımız, Körtekli ve Mangırcı 2 kulesı arasında kalan çanağın girişine iyice yaklaşmıştık. Burada sağdan mı soldan mı gideceğiz tereddütü yaşadıktan sonra, sağ taraftan yükselip çanağın sol tarafında, Körteklinin yüzeyinde çok erkenden bulduk kendimizi.
Burada rotadan biraz ayrılarak Körteklinin sırt hattını erkenden tırmanmaya başladık. Aslında rota çanağın içerisinden ilerleyip yüzeyden sırta zirveye çok daha yakın bir yerde bağlanıyor ve sırttan da rahatça ilerliyordu. Sırttan ilerlemeye devam ettikçe sırtta arada boşluklar ve kılçıklar karşımıza çıkar mı düşüncesiyle biraz aşağıya ve bildiğimiz rotaya doğru inmeye karar verdik. Ancak iniş beklediğimizden çok daha tehlikeliydi. Dolayısıyla bu yanlış karardan da vazgeçip karşımıza sıkıntı bir durum çıkarsa geldiğimiz yoldan geri döneriz düşüncesiyle sırttan tekrar ilerlemeye başladık.

Salih sırtta ilerliyor
Neyse ki problem çıkmadı. Buradan epeyce tırmandık, az gittik uz gittik, tırmandık da tırmandık. Yorulduk mola verdik ve en sonunda, saat 9.30 sularında Körtekli Dağının zirvesine vardık.

Zirve Örümceği

Zirve fotosu, arkamızda Alaca

Körtekliden manzara, BDK, Emler, Kızılkaya, Süner ve Yay boynu (en arka taraf); Eznevit, Karasay (arka taraf); Güzeller (?), Kaldı (ön taraf) (soldan sağa)
Körtekli Zirvesinde biraz dinlendikten ve Mangırcı 2nin altından çanağa doğru ilerlemekte olan Mert ve Ahmeti de gördükten sonra, Küçük Alaca Zirvesine doğru yol aldık. Çok uzun olmayan bir yürüyüşle Küçük Alacaya varmıştık. Sonrasında burada çok da beklemeden Akkapız tarafına doğru giden sırtta ilerlemeye başladık. Burada, ben Akkapıza gitmeye biraz üşenip Salihi belki de BÜDAK tarihinde Akkapız zirvesi yapmış ilk kişi olabileceği şeklinde gazlayarak o tarafa doğru yolladım ve ben Küçük Alaca ve Mangırcı arasında kalan ve İkibaş’a doğru ilerleyen bele doğru yöneldim.
Belde bariz bir patika vardı, bunu takip ederek belin tekrardan yükselmeye başladığı noktada kafama şapkamı geçirip yattım ve Salihi beklemeye başladım.
“Akkapıza doğru ilerlemeye başladım. Bir süre sonra çantama ihtiyacım yok herhalde diyerek çantamı bıraktım ve koşmaya başladım. Daha 10 adım atmıştım ki ayağım burkuldu. Neyse ki ciddi bir şey değildi ve hemen geri dönüp çantamı aldım. Ama Hakan’ın beni beklediği yere ulaşmak için o bele yan yan yaklaşarak saçma sapan bir rotadan ilerlemek zorunda kaldım. Çok kötü ve dandik bir rotaydı. Siz siz olun patikadan sapmayın.”

Dinlendiğimiz noktadan İkibaşın görünümü
Buradan sonra yavaş yavaş İkibaş’a doğru ilerlemeye başladık. Yüzeye doğru iyice yaklaşıp sol tarafa doğru yöneldik ve bir noktada sağa dönüp kulelerin içerisinde girdik. Buradan sonrası biraz labirent gibi geldi. Ancak anladığımız kadarıyla çoğu seçenek aynı yere çıkıyor.

İçerisi
Burada yaşadığımız en büyük sorun, altımızdaki kayaların sürekli ama sürekli kayması idi. Ayağımızı nereye atsak, attığımız kadar aşağı kayıyorduk neredeyse. Sağa sola tutunarak bir şekilde yükselmeyi başardık.

Devam ettiğimiz taraf, burada sağdan ilerledik

Devamı, burada soldan çıktık, çıkarken nispeten rahattı ama inerken dik geldi, bu yüzden inerken sağ taraftan indik. Fakat yine kayan taşlardan dolayı yan geçişle sol tarafa geçmek zorunda kaldık. Çünkü sağ tarafın altında da inanılmaz bir şekilde taş kayıyordu.

Zirve (bize göre sol kule)
Burayı da aştıktan sonra yine altımızdan kayan dünya eşliğinde zirveye doğru yürüdük. Saat 12.30 gibi zirvedeydik. Zor bela da olsa buraya gelmiştik, ancak önümüzde büyük bir problem vardı, sularımız tükenmişti (3 ve 5’er litre). Kalan yarımşar litre sularımızla önümüzdeki yaklaşık 3 saat boyunca ancak dudaklarımızı ıslatacaktık.
Zirvede çok da oyalanmadan indik ve iyice aşağıya, Alaca yaylasına giden dere yatağına doğru yöneldik.

İniş kısmı
Dere yatağında yürüyüş oldukça keyifliydi amma velâkin susuzluğumuz bize bu keyfi pek de yaşatmıyordu. Bu kısımda doğru dürüst çok mola da vermeden ver ha yürüdük. Ne yazık ki hiç fotoğraf da çekmemişiz. En son, dere yatağının sonunda doğru solumuzda Çukurbağ tarafının açıklığıyle birlikte, yüzeydeki patikadan uzun bir süre ilerledik. (Buradaki patika da muhtemelen önceki hafta yapılan Sky Trail sebebiyle çok düzgündü, teşekkürler.) En sonunda Alaca Yaylasına vardığımızda, yana yakıla çeşmeyi aradık. Ve o yalaktaki borudan damla damla akan su bizim için bir cennet pınarından farksızdı. En az 45-50 dakika boyunca çeşmenin arkasındaki oyukta, bir parça gölgede mola verdik. Sonrasında kendimizi toparlayıp Alaca yaylasından, Büyük Mangırcının alt tarafından bulunan ve Mangırcı Vadisinden erkenden sağa sapınca çıktığımız (Bkz. 2023 Sonbahar Raporu) noktaya doğru ilerlemeye başladık. Buraya vardıktan sonra kafamız iyice rahatlamıştı. Zaten geçen sene bu yolu iki kez inmiştim. Salih de aynı şekilde Kızılınbaşından inerken bu rotayı kullanmıştı. Kendimizi otomatiğe alıp aşağı doğru monoton bir iniş gerçekleştirdik. Havanın kararmasına biraz kala, 6-7 civarı kampa varmıştık.
Bu rapor Hakan’in ağzından, Hakan Ak ve Salih Saygın Bozal tarafından yazılmıştır.
6 Ocak 2025
Hall Cafe/Hisarüstü/İstanbul
20 Ağustos 2024
Keyifli bir dinlenme günüydü, bolca yemek yedik ve dinlendik, kart attık, kampımızı sürüden korumaya çalıştık. Günün sonunda vadinin öbür yanından gelen gitar seslerine dayanamayıp o tarafa salça olmaya gittim. İyi ki de gitmişim, yarın zirveye gitmeyecek olmanın da rahatlığıyla o ekiple epey şarkı söyledim. Kendilerine eşikleri ve ikramları için çok teşekkürler 🙂 -Hakan
21 Ağustos 2024
Kızılınbaşı
Rana Uygun – Asya Küçükbasmacı
21 Ağustos 2024
Faaliyet süresi: 15 saat 🙂
Başarılı bir faaliyet sonuçlanmış bir faaliyet midir yoksa güneşin altında yok yere harcanmış on beş saat bu tanımlamayı etkiler mi? Keyifli olmasına keyifli ancak baştan sona küçük hatalarla donattığımız ve belki de bir faaliyet nasıl olmamalıdır için emsal niteliğinde bir faaliyetti. Haziran ve Ağustos başında Aladağlar’da hepsi oldukça yolunda giden başka faaliyetler ve zirveler yapmıştım bu nedenle neredeyse hiçbir şeyin beklediğimiz gibi gitmediği, günün uzadıkça uzadığı ve her adımımızı söylenerek attığımız bu faaliyet öncekilerden yoğun bir kontrastla ayrılıp hatalarımı önüme serdiğinden beni fazlasıyla tatmin etti açıkçası.
Uyanma ve yola çıkma saatimize karar veremeyip ne zaman uyanırsak o zaman çıkarız deyip tulumlarımıza girmiştik. Güneşe kalmamak adına mümkün olduğunca erken çıkmak istiyordum ancak uyku tatlı geldi. 02.00 civarı rüyalarımdan Rana’nın sesiyle uyandım, yavaş yavaş hazırlandık, kahvaltı yaptık, çanta hazırladık. Yola çıkmaya hazır hale gelmemiz bir saat sürdü, tam ayaklanıp gidecekken Rana’nın burnu kanamaya başladı. Ne olduğunu anlamaya çalışıp ne yapacağımızı konuşurken burnunun kanaması durdu ancak acaba yola çıkmamamız için bir işaret mi diye düşünüp çok endişelendim. İyi olduğuna ve yola çıkabileceğimize karar verdik.
Saat 03.10’da yola çıktık. Rotaya henüz girmiştik ki telsiz bataryası almadığımızı fark ettik ve günün ilerleyen saatlerini riske atmamak için dönüp alalım dedik. Ben, “bir koşu gidip alayım” diye çantamı sırtımdan atıp kampa dönmeyi öne sürdüm, Rana da “saçmalama beraber gidelim işte” dedi ben çoktan çantamı fırlatıp koşmaya başlamışken. Rana ile beraber kampa döndük ve biraz istilacı gibi hissederek çadırlarda telsiz bataryası aradık. Bataryayı bulup 03.30’da yeniden rotaya girdiğimizde ise bambaşka bir sorunla karşılaştık: çantam yoktu. Karanlıkta, çalıların arasına attığım çantamı bulamıyorduk. Acaba biraz daha mı ilerideydi, aşağıda mı kaldı diye diye büyük ve sapsarı çantamı ararken oldukça zaman kaybettik.
Aklımıza dahi gelmeyecek ufak talihsizliklerle dolu faaliyetimiz daha ilk dakikalarında böyle bir saçmalıkla başlamış oldu. (03.30) Oldukça açık patikadan -fotoğraf çekmek ve instaya story atmak (önceki hafta kapalı olan instagram yeni açılmıştı) hariç durmadan- 04.20’ye kadar ilerledik ve 10 dakika mola verdik.

Instaya story atmak için debelendiğim manzara -Asya

Benim çektiğim fotoğraf daha iyi -Rana
Yeniden yola koyulduğumuzda patika yer yer kapanmaya ve yerini anlamsız bir çayıra bırakmaya başlamıştı. 15 dakika kadar çayırda gelişigüzel dolaştık, doğru yolda ilerliyorduk ama attığımız adımlar sanki hiçbir şey ifade etmiyordu. Çayırvari bir düzlükte, bir zamanlar patika olduğunu varsaydığımız yollarda ilerliyorduk. Rotada gittiğimizden emin olmamıza rağmen zaman zaman öyle saçma adımlar atıyorduk ki hayır imkanı yok diye yeniden wikiloc açıyor, adım adım rotayı takip etmekte olduğumuzu görüyorduk. Hatta bir noktada doğru yolda olduğumuza kendimizi inandırmakta öyle zorlandık ki, sağdan ve soldan ilerlemiş farklı rotalar açıp onları karşılaştırarak ilerlemeye başladık. Doğru yoldaydık, sadece yol ne biçim bir yoldu… Bir wikiloca bir yola bakarak yürümeye devam ederken kafamı telefondan kaldırmamla göğsüme bir şeyin çarpması bir oldu, ne olduğunu anlayamadan küçük bir kuş uçarak uzaklaştı. Bu talihsizliklerin yolda olmamamız gerektiğine dair işaretler olduğuna olan inancım faaliyetin gidişatı açısından beni biraz daha endişelendiriyordu. Böyle böyle bir saat kadar ilerledik ve 05.35’te bir mola daha verdik. (Şimdi yazarken biraz daha anlıyorum nasıl faaliyetin bu kadar uzun sürdüğünü, bir saatte bir öylesine 25 dakika mola mı verilir…)

Biz moladayken bir anda aydınlanan hava, mola uzunluğunu siz düşünün…
06.00’da yola çıktık ve belki çok konuşmadan, arada bir yolda bir tane bile baba olmamasına söve söve, sadece dikenli çalı kaplı patikalar ve seyrek kayalıklardan ilerledik. Saat 7 olurken nihayet kayalık bir yere çıkmış olma sevinciyle iyi bir mola daha veriyoruz ve botlarımızın içine kadar girmiş dikenlerden kurtuluyoruz.

Rapora koyacağız diye ısrarla çektirdiğim fotoğraf.

Tırmanıyoruz.
7.20’de yola tekrar çıkıyoruz, çayırların bitmiş olmasının rahatlığıyla, çıplak kayalar ve daha açık patikalardan ilerliyoruz. Ancak faaliyetimiz burada bambaşka bir tona bürünüyor. Yükselen güneş altında ilerlemek bizi oldukça zorluyor. Görünürde altına sığınacak tek bir gölge bile olmadığı ve zaten yeni mola verdiğimiz için yürümeyi sürdürüyoruz ancak bir noktada ben kesinlikle güneş çarpmasına uğradığımı ya da hiç değilse kendimi kaybetmeden önce ancak birkaç dakikam olduğunu düşünmeye başlayıp panikliyorum ve mecburi duruyoruz. Çaresizce ufak bir kaya gölgesine sığındığımız bu mecburi molayı çok uzun tutmuyor ve ancak biraz serinleyip, su içip yeniden yola çıkabilecek hale gelene kadar bekliyoruz. Güneşi bu denli hissetmek, faaliyetin devamında da güneş çarpması korkusu doğuruyor ve suyumuz azaldıkça daha da artan bu korkuyu da artık yanımızda taşıyoruz. Böylelikle yeniden yola çıktığımızda su içmeyi bıraktığımız an dehidre olup güneş çarpmasına uğrayacağımız fikrine kapılıyorum. Yanımızda ise bu paranoyaya yetecek miktarda su yok. ( 3-3.5 litre suyla yola çıkmıştık ve biraz çay)
Kendimizi zorlayarak ancak 25 dakika daha yürüyüp uzun bir mola veriyoruz. Neredeyse bir adım daha atamayacak durumdayız, ben çok şiddetli bir baş ağrısı çekiyorum. Şimdi ne kadar uzun mola vermişiz diye düşünüyorum ancak kendimize gelmemiz, hem mental hem fiziksel olarak toparlanmamız için son derece gerekli bir molaydı. Güneş bütün hücrelerime nüfuz ediyordu sanki, içtiğimiz birkaç yudum elektrolitli su (frambuazlı decathlon elektroliti <3) biraz abur cubur yemek, biraz sakinleşmek bizi kendimize getiriyor ve birkaç dakika önceki bitik halimizden eser kalmıyor. Ben sürekli güneş kremi sürmekten sıkıldığım için tüm suratımı kalın bir tabaka kremle kaplıyorum ( asla yedirmediğim için zirve fotolarında da bembeyaz suratımlayım.) Üstümüzden attığımız yorgunluk ve bıkkınlık faaliyetin buradan sonrasını oldukça keyifli ve bol kahkahalı hale getiriyor.

Hayat kurtaran elektrolitli sular.
Mola boyunca, nereye gittiğimizi görmeden yürüyor oluşumuzun anlamsızlığını tartışıyoruz. İlerlemekte olduğumuz tepe ne uzaktan görünüyor, ne yaklaştıkça daha görünür bir hal alıyor, sanki boşlukta öylesine ilerliyoruz saatlerdir… Rotadan ilerlediğimize eminiz ancak yol boyunca bir tane (1) bile baba görmemiş olmak, patikanın zaman zaman yok olması ve asla kendini göstermeyen sevgili tepemiz bizi kendimizden çokça şüphe ettiriyor. Hızlıca (40 dakika) kendimize geldikten sonra yeniden yola çıkıyoruz. Ve henüz on dakika geçmişken az önce göremeyişimize saydırdığımız tepe bize kendini gösteriyor. Delüzyonel bir yolculukta değil de gerçek bir hedefe doğru yürüyor olduğumuzdan emin olunca, elektrolitin de verdiği enerjiyle bir süre söylenmeden yükseliyoruz.
40 dakika daha molasız ilerliyoruz. Ancak öyle bir ilerleyişteyiz ki süreğen değil durağan bir yolculuk demek daha doğru olur. Zira sığındığımız ufacık kaya gölgelerinde üçer beşer dakikalar nefeslenip bir sonraki gölgeye koşarak ilerliyoruz. Yine de hem dinlenmiş olmanın hem de nereye gittiğimizi görüyor olmanın verdiği motivasyonla çok daha hızlı ilerliyoruz. Zirveye yaklaştıkça zemin artık taş ya da patikadan ziyade büyük slablerden oluşuyor. Vücudumdaki son enerji kırıntılarını da slablerde koşarak harcıyorum, bana kalırsa faaliyetin en çok eğlendiğim kısımlarından biri. Umutsuzluk ortadan kalkınca biraz chill bir şekilde zirveye doğru kendimize gülerek ilerliyoruz. Kaldı ekibinden haber geliyor, zirveye varmak üzereyiz diye, Rana ile sık sık onlardan önce mi gideriz sonra mı gideriz diye tartışıp çok daha sonra 10.50’de zirveye varıyoruz. Ahmet’e (bkz. Ahmet Kahraman) telsizde zirveye ulaşmak üzereyiz ama durmayacağız max üç dakika falan takılıp ineriz diyor ancak zirveye ulaşmış olmanın rahatlığıyla güneşin altında 40 dakika mola veriyoruz.

Soldan sağa sırayla Rana, yan yatmış zirve direği, Asya.

Zirveden manzara.
Tam her şey daha kötü gidebilir mi diye düşünürken dönüş yolu başladı… Saat 11.30 olmuş ve iyimser bir senaryoda kamp alanına varabileceğimiz bir saatte ancak dönüşe geçmiştik. Faaliyet boyunca içeceğimiz suyu henüz zirveye ulaşmadan neredeyse bitirmiş ve kendimizi bir parça köşeye sıkıştırmıştık. Dönüşümüzü anlatmayı Rana’ya bırakıyorum…
Artık güneş daha yüksek ve suyumuz daha azdı. Küçük tırmanışlarla geldiğimiz yolu gerisin geri inmek istemedik ve ilk olarak planladığımız şekilde Alaca Yayla üstünden dönüşe geçtik. Suyumuz o kadar azalmıştı ki zaten su olduğunu bildiğimiz tek nokta olan Alaca Yayla’ya uğramaktan başka şansımız yoktu. Haziranda bizi gürül gürül dereleriyle karşılayan ağustos sıcağında kurumuş kalmış Aladağlar, fazlasıyla çaresiz hissettiriyordu. Alaca Yayla ise o susuzlukta sanki gide gide ulaşamadığımız bir serap gibiydi. Alaca Yayla’ya giden yol, tıpkı Kızılınbaşı zirveye giden yol gibi, tamamen açıklıktı. Bu nedenle sürekli güneşin altından ilerliyorduk. Bulduğumuz en cılız gölge bile bize bir can suyu gibi geliyordu. 12.55’e kadar durmaksızın yürüdük. Asya durursak suya asla ulaşamayacağımız, bu hiçliğin ortasında güneşten kuruyup kalacağımız gibi fikirlere sahipti. Bir noktada bana dönüp hiç durmadan ilerlesek bile kampa varmamız en erken 20.00’i bulur diyerek beni şoka uğrattı. Yaylaya varana kadar geçirdiğimiz sürede artık iyice bizi etkilemeye başlayan susuzluk ve sıcaktan ötürü gerçeklik ve hayal dünyası arasında gidip geliyorduk. Nerede olduğumuzun ve ne yaptığımızın hiçbir şekilde farkında olmayarak yürümeye devam ediyordum. Bir ara Asya’yı görememeye başladım, birkaç dakikalığına kayboluyor kâh sağda kâh solda beliriyordu. Onun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken eliyle gelmemi işaret etti. Saat 14.00 olduğunda sonunda Alaca Yayla’ya varmıştık ve Asya sağa sola giderek çeşmenin nerede olduğunu bulmaya çalışıyordu. Çeşmeden su doldurup onun hemen arkasında bulunan ve arkasında sanki cesetler varmış gibi kokan büyükçe bir kayanın gelgitli gölgesinde oturmaya başladık. Biraz yemek yiyip su içtikten sonra bu rotayı kabul etmemin tek sebebi olan yaylada uyuma hayalimi gerçekleştirmek için hazırlıklara başladım. Yerdeki birkaç taşı kaldırdıktan sonra yanımda getirdiğim havluyu biraz ıslattım, güneşi kesmesi ve beni serin tutması için üzerime örttüm ve yattım. Asya da karşımdaki kayanın üzerine uzandı. Keyfimiz o kadar yerindeydi ki güneş gidene kadar burada durup akşam da kampa dönebileceğimize bile inandık. Burada yaklaşık iki saat yattık. 16.00’da artık kayanın bize sağladığı gölge tamamen yok olduğu için mecbur kalkıp kamp alanına doğru ilerleme kararı aldık. Şişelerimizi tekrar doldurduk (o kadar çok su almışız ki İstanbul’a döndüğümüzde bile o suyu içiyordum), güneş kremlerimizi yeniledik ve inişe devam ettik.

Alaca Yayla’daki zambaklar

Asya yatıyor.
Artık kendimize geldiğimiz için ve sürekli olarak ölecek miyiz diye düşünmediğimiz rahat rahat iniyorduk. Yol boyunca bazı yerlerde telefondan açtığımız bazı yerlerde de Asya’nın söylediği şarkıları dinleyerek ve konuşarak ilerliyorduk. Alaca Yayla’dan Mangırcı Vadisi’ne doğru indik ve artık üçüncü kez yürüdüğümüz için ezberlediğimiz patikadan devam ettik. Şurada oturmuştuk, burada ayaklarımızı bantlamıştık diyerek patika boyunca sanki üzerinden sadece 2 gün geçmemiş gibi Mangırcı zirveden inişimizi yad ettik. Kamp alanına yaklaşık 30 dakika uzaklıkta olan ağaçlık alanda (bazıları buraya orman demekte ısrarcı ancak ben ağaçlık alan demeyi tercih edeceğim) biraz su içmek için kısa bir mola verdik. Burada Asya midesinin biraz kötü olduğunu söylediği için ona, daha sonrasında kafa yaptığını iddia ettiği, bir adet Talcid verdim.

“Orman”ın batısında kalan kaya

Asya’nın zorla çektiği bir başka fotoğraf, arkada “orman”
Verdiğimiz birkaç dakikalık tek molanın ardından saat 18.15’te durumun gerçek olduğuna inanamaz bir şekilde kamp alanına vardık. Her ne kadar yanımda olmasından dolayı sonsuz minnettarlık duyuyor olmama rağmen Asya’dan başka insanlar görmek beni aşırı mutlu etti. Eşyalarımızı bir yerlere atıp kamp alanının ortasına yatarak bu faaliyeti tamamına erdirdik.
Sonuç
Kızılınbaşı, küçük çaplı tırmanışlardan hoşlanıyorsanız oldukça keyifli bir faaliyet olabilir. Güneşten fenalaşmadığım anlarda oldukça keyifle ilerlediğim bir yoldu. Patikaları takip edebileceğiniz gibi (biz daha çok öyle yaptık) yukarı doğru hafif eğimlerle uzayan slab yüzeylerden ilerleyebilir yahut basit tırmanışlarla çok daha hızlı yükselebilirsiniz. Tepenin son ana kadar gözükmemesi ve gittiğin yeri görememek oldukça moral kırıcı bir şey. Diğer faaliyetlerimde uzaktan bakıp zirvelere işaret edip işte şuraya gideceğim demek sonra da oraya gitmek çok daha motive edici gelmişti bana. Güneş ve susuzluk çok zorlayıcı bir hal aldı, bu göz önünde bulundurularak Ağustosta gitmemek güneş yükselmeden geri dönecek şekilde belki daha erken çıkmak ve asla oyalanmadan hızlıca faaliyeti tamamlamak daha sağlıklı bir faaliyete dönüştürebilir. Yine de tepeye ulaştığınızda bakması keyifli bir manzara yok, dağ sisteminin neredeyse en köşesinde ve her şeyden uzak kaldığı için öyle dümdüz yollara köylere bakıyorsunuz. Önemli olan hedef değil, yolda edindiğimiz dostluklar diyorsanız keyifli bir faaliyet olacaktır değilse tatmin edici bir yere varmıyor işin sonu. Alaca Yayla çok güzel bir yer, keşke kendimizi çaresizlikle oraya atmış değil de daha iyi şartlar altında gitmiş olsaydık, oralardaysanız mutlaka gidin görün 🙂 -Asya
Bence Kızılınbaşı’na gitmeyi kimsenin denemesine gerek yok, berbat bir yol ve çirkin bir zirve. Direkt Mangırcı Vadisi’nden Alaca Yayla’ya çıkıp orada oturup yatabilirsiniz. İlla gideceğim diyorsanız Tunç Fındık’ın Aladağlar rehberinde takip ettiğimiz rotanın olmadığını aklınızda bulundurarak Wikiloc’taki kayıtları ve zirve raporlarını iyice gözden geçirmenizi, bizim yaptığımız gibi son anda zirve planlarınızı değiştirmemenizi ve yanınıza bol bol su almanızı tavsiye ederim. -Rana
Kaldı Zirve Raporu
Yazan: Mert Umut
Ekip: Ahmet Kahraman, Salih Saygın Bozal, Mert Umut
Tarih: 21 Ağustos 2024
Süre: 16,5 Saat
Önceki sene Küçük Alaca’ya yaptığım zirve faaliyetinden beri hem Alaca hem de Kaldı zirvesini yapabileceğim bir faaliyetin hayalini kuruyodum. Kaldı’dan iki gün önce Ahmet’le yaptığımız Alaca zirvesi her ne kadar keyifli olsa da gerek hem B.Mangırcı’ya da uğramamız hem de inişte Avcı Beli’nden dönmemiz toplam yolumuzu bi hayli uzatmış ve kampa yorgun argın dönmemize sebep olmuştu. O yüzden sonraki rest günümüzde de görece daha da uzak olan Kaldı için saat planlarımızı erkene alıp en geç 1’de zirvede olmayı planlamış ve yolu daha da kısaltacağını umduğumuz (ama tabiki öyle olmadı 😢) bir varyasyon yolundan gitmeyi kararlaştırmıştık. Çok erken kalkacağımız için de rest gününde erkenden yemeklerimizi yiyip yarına ısıtmalık lavaşlarımızı da hazırlayıp akşam 7.30 gibi çadırlara çekildik.
Gece 1’de kalkıp hızlıca lavaşları gömdükten sonra 1.30’da yola koyulduk. İki gün öncesinden Ahmet’le aynı patikayı yürümüş olmanın verdiği rahatlıkla orman patikalarını hızlı hızlı geçtik ve gece 3 civarında Akşampınarı mevkiinin biraz üstünde Avcı Beli vadisinin ve Parmakkaya’nın göründüğü bir yerde kısa bir mola verdik. Bu sırada dolunay tüm vadiyi aydınlatıyor ve etrafı neredeyse kafa lambasız yürünecek kadar görünür kılıyordu. Mola sırasında uzaklardan bir sürü sesi duysak da pek anlam veremedik ve aşağılardan geldiğini düşünüp yola koyulduk, ancak tabi ki de başımıza geleceklerden habersizdik.
Mola yerinden ayrılıp beş on dakika sonra önümüzdeki ufak tepeyi de geçince olanlar oldu; bir anda sağda Parmakkaya’ya doğru devasa bir koyun sürüsü olduğunu ve çobanın sesimizi duyamayacak kadar uzakta olduğunu fark ettik. Tam o sırada da kafa lambalarımızı gören sürünün kangalları bir anda etrafımızı sardı. 8-10 kangala karşı bağıra bağıra ve batonlarımızı savuşturarak bir şekilde sürüyü atlatmış ve gece gece adrenalin dozumuzu da almıştık. Yaklaşık bi 1 saat daha vadide yükseldikten sonra ikinci molamızı 4.15’de verdik. Varyasyon ayrımında dinleniriz diye düşünüp fazla oturmadık ve 5-10 dakika sonra tekrar yola koyulduk. Ayrım gerçekten de fazla uzakta değildi, saat 5’e yaklaşırken ayrımın olduğu ve benim evvelsi günki Alaca faaliyetinden dibine su bıraktığım kayaya vardık. Ancak Salih son yokuşlarda biraz yorulmuştu ve kendini de biraz kötü hissettiğinden mola yerinde bize burda kalmak istediğini ve bizi dönene kadar bekleyebileceğini söyledi. Ben de ona yorulmasının normal olduğunu, çok kısa bi süre çok fazla yokuş çıktığımızı, istediği kadar dinlenebileceğini ve tekrar kesin dönmek istediği yerde birlikte döneceğimizi söyledim. Biraz daha da gazladıktan sonra o da ikna oldu ve 15 dakikalık bi moladan sonra varyasyonun patikasını aramaya başladık. Tam da o sıralarda hava da artık yavaş yavaş açılmaya başlamıştı.
Varyasyonda eğim ciddi bir şekilde artmıştı ve yer yer el kullanarak çıkılması gereken yerler de oluyordu. Aşırı net bi patika da olmadığı için bakına bakına çoğunlukla zigzaglı bi şekilde çıkmaya başladık. Ancak yaptığımız plana göre oldukça önde olduğumuz için bu yavaşlık bir sıkıntı oluşturmadı. Biz dik slableri çıkarken dolunay da Alaca tarafına doğru yavaştan batmaya başladı, ama tam ayı batırdık derken çıkınca tekrar görüyor mola verince tekrar batırıyorduk.

Varyasyondan manzara; sol üstte batmaya çalışan ay ve Alaca, sağ altta varyasyon vadisi ve Avcıbeli, fotodaki ben
Saat 6.15 gibi varyasyon yolundaki tek düzlük yerde bi tuvalet molası verdik. Artık Yoncalıtaş tepesini ve patikanın sonunda çıkacağımız sırtı az çok görebiliyorduk ancak patikanın en sıkıntılı kısmı da şimdi başlıyordu. Hem dik zigzaglı çarşakların hem de donmuş toprak gibi sert ve dik bir slab yüzeyin bulunduğu bu patikada sık sık mola vererek ve nefes nefese tırmandıktan sonra sonunda 7.45’te Yoncalıtaşın sırtına ulaşmış ve 6 saatlik yürüyüşümüzde ilk kez güneşi görmüştük.

Varyasyonun dik slablerinde Salih, arkada Alaca
Sırtta verdiğimiz düzgün ve hak edilmiş bir moladan sonra 8.25’de Kaldıbaşı’na doğru gayet açık bir patikadan yola koyulduk. Zaten hem Kaldı’nın hem de Kaldıbaşı’nın dibine varana kadar kocaman düzlük araziler bulunduğu için yürüyüşte de dinlenmiş olduk. Okuduğumuz raporlara güvenip yamacın solundan ilerledikten sonra Kaldıbaşı’nın kulvarı da direk karşımıza çıktı.

Yoncalıtaş’ın sırtından Kaldıbaşı
Kaldıbaşı’nın hafif çürük ama oldukça keyifli tırmanış etaplarını da hızlıca geçtikten sonra Kaldı ve gepgeniş top sahası hemen önümüzde belirdi. Zirvede bi 5-10 dakika dinlenip manzaraya doyduktan sonra 9.05 gibi Kaldıbaşı’ndan inişimize başadık. Çöle benzeyen top sahasında yürürken yol hiç bitmeyecekmiş gibi duruyordu.

Top sahasında nokta gibi kalan Salih ve Ahmet
Ben bir süre önden ilerledikten sonra çarşağın başladığı ve eğimin arttığı bir yerde mola verip rotanın kalanını incelerken diğerlerini bekledim. Onlar da geldikten yaklaşık 10 dakika sonra fazla yük olduğunu düşündüğümüz yiyecek içecek ve malzemelerimizi dönüşte tekrar geri almak üzere o noktada bırakıp zirve çıkışımıza başladık. Çarşak çok belirgin ancak oldukça dik olduğu için aralıklı ve yavaş ilerlememiz gerekti. Hemen sonrasındaysa yine çok keyifli ancak daha uzun bir kulvar tırmanış etabı vardı.

Kılçık öncesi son tırmanış etabı
Beklediğimden daha az çürük olmasına rağmen alttakilere düşer endişesiyle temkinli tırmandım. 15 dakikalık bir tırmanıştan sonra nihayet meşhur kılçık etabı ve zirve karşımıza çıktı. Boşluk hissini sonuna kadar aldığımız bu etapta gerek yan geçişlerle gerek de sırtta oturarak bi şekilde zirvenin altındaki son tırmanış etabına vardık.

Kılçıkta oturarak geçtiğimiz etaplardan biri: sağda ben, solda Salih
Kılçıktan sonra rahat da olsa yine boşluklu 1-2 yeri bulunan ve zirve sarhoşluğuna aldanmayıp yine temkinli çıktığımız bu son etabı da geçince sonunda 10.45’de üçümüz de zirvedeydik.

Bomba zirve tayfa: soldan sağa ben, Ahmet ve Salih

Kaldı’dan Güzeller manzarası

Kaldı’dan Alaca manzarası (solda)
Planladığımızdan 1,5 saat önce zirvede olmanın vermiş olduğu rahatlıkla birlikte öğle güneşi de bizi mayıştırınca üçümüz de zirvede yaklaşık bir saat kestirdik. Uyanıp dört bir yanın fotoğrafını çektikten ve bir şeyler atıştırdıktan sonraysa 12 gibi o uzun inişimize başladık. 15-20 dakika sonra tekrar kılçığın başındaydık. Bu sefer biraz daha akıllılık edip yandaki ufak patikalardan gitmeyi tercih ettik, sadece 1-2 yerde yine kılçıkta oturmamız gerekti. Kılçıktan sonraki yokuş kısım dik olduğundan ve biraz fazla taş düşürdüğünden oldukça aralıklı ilerledik.

Kılçıktan aşağı inmeye başlarken; solda Salih, sağda ben
Tırmanış etabını bitirip çarşağa gelinceyse kendimi tutamayıp malzemeleri bıraktığımız yere kadar hızlı hızlı yardırdım, ama yine özellikle taşların avcunuzdan büyük olduğu yerlerde temkinli inmekte fayda var.

Çarşağın tepesindeki Ahmet ve Salih, sağa doğru uzanan belirgin çarşak patikadan inmeden önce
Hemen malzemelerimizi toplayıp top sahasına oradan da Kaldıbaşı’na geçtik. 13.15 gibi Kaldıbaşı’nda verdiğimiz 10 dakikalık moladan sonra inişe başlamadan önce Kaldı’ya son bir kez baktım. Zirvesine varmak için saatlerce yürüdüğümüz ve binbir zorluğa katlandığımız bu dağ her açıdan çok büyüleyiciydi.

Kaldıbaşı’ndan Kaldı
Kaldıbaşı’nın da kısa iniş etabını da geçtikten sonra kendimizi yine Yoncalıtaş’ın sırtında bulduk, ancak o varyasyon rotasının dik slablerinde aşağı kayma riskini hiçbirimiz almak istemiyorduk, o yüzden direk sola doğru sırtın devamındaki Avcılbeli Tepesi’ne yöneldik. Tepeyi sağdan kesip yine sırt hattındaki patikadan Avcıbeli Boğazı’na vardığımızda saat 14.00 olmuştu.

Avcıbeli Tepesi’nden Avcıbeli Boğazı’na doğru olan sırt hattı, arkada Alaca
Boğazda verdiğimiz 20 dakikalık bir molanın ardından o uzuuun vadi inişimize başladık. Ahmet’le ben evvelsi gün de Alaca’dan dönerken aynı patikayı kullandığımız için bu güzel ama uzun vadi patikası kabak tadı vermeye başlamıştı. Bir an önce kampa varma isteğiyle yanıp tutuştuğumuz bu anlarda kısa ve seyrek molalarla ilerliyorduk. Kocadölek mevkisine vardığımızda saat 16.30’u bulmuştu. Kalan son enerjimizle emli vadisi patikasını ve ardından traktör yolunu yürürken artık sık sık tükeniyor ve soluklanmak için duruyorduk. Sondaki bu yavaşlamamıza rağmen bir şekilde gün batımına kalmadan 18.00 gibi kampa varmayı başarmış ve derhal yemek yapmaya koyulmuştuk.
16,5 saat süren yaptığım bu uzun ve yükseklik farkı en çok olan zirvede her kadar kılçık kısmı ve birkaç tırmanış etabı dışında çok fazla teknik bir yeri olmasa da yürüdüğümüz yolun devasalığı bende sanki çölde uzun bir maceraya çıkmışız hissini uyandırdı. Belki karlı olduğunda çok daha güzel gözüken ve teknik açıdan keyifli yerleri de vardır ancak Kaldı dağı beni bu haliyle de büyülemeyi başardı. Böyle amansız bir yolculukta bana eşlik eden ve o upuzun yolları yürümeyi çekilebilir kılan benzersiz tırmanış partnerlerim Ahmet ve Salih’e de yürekten teşekkürlerimi iletiyorum, iyi ki varsınız!
22 Ağustos 2024
Dönüş
Sabah çadırlarımızı ve çantalarımızı hızlıca topladık, Mert ve Salihi az ileride bırakıp Ulvi Abilerin evine gittik ve Nazmiye Teyzenin hazırladığı müthiş kahvaltı sofrasına misafir olduk. Çok teşekkür ederiz!

Ekip, soldan sağa, Mert, Ahmet, Salih, Meryem, Hakan, Asya, Rana
Kazıklı Ali Raporu
Ekip: Mert Umut, Salih Saygın Bozal
Tarih: 22-24 Ağustos 2024
(Mert) 5 günde iki yorucu ve uzun zirve faaliyetinin ardından 22 Ağustos sabahı Sarımemed’deki kampımızı topladıktan sonra Ulvi Abi ve bizimkilerle pickup’ın arkasına atlayıp yalağın olduğu yere kadar birlikte gittik. Burada Ulvi abi bize kamp yerimizi gösterdi ki o da şöyle:

Ekiple vedalaşırken; solda Salih, sağda ben ve arkada sağda kamp yerimiz ve yalak
Kampımızı kurup suları damla damla akan yalaktan doldurmayla 45 dakika cebelleştikten sonra tam yola çıkmışken 100 metre ilerdeki şarıl şarıl akan başka bi yalağı görünce sevinsek mi üzülsek mi bilemedik. Zaten dolu olan sularımızla araba yolundan 10 dakika yürüdükten sonra soldan vadiye doğru giriş yaptık. Koca vadiye girmenin verdiği ilk heyecanla sektörlerin en başına çantaları bırakıp küçük bi keşfe çıktık. Ancak patikaların uzunluğu ve çalıların sıklığı oraya kadar terlikle gelmiş olan Salih’e zor anlar yaşattı.
(Salih) Vadiyi keşfi bitirdikten sonra çantaları sırtlanıp nispeten kolay ve mumlanmış rotaların bulunduğu Karnaval sektöre gittik. Hem rüzgar esmesi hem de gölge olması çok büyük bir artıydı. Burada Thriller(6+), Pıtırcık(7-), Siber Zorba(6) rotalarını çıktık. Pıtırcık hemen sağdaki Goldie sektörünün başında kalıyor. Oldukça keyifli bu uzun rotalarda yükseldikçe rüzgarın esmesi de kuvvet kazandı, hatta toz torbaları bazen oldu ki, ters döndüler…
(M) Hala gün sonunda biraz zamanımız ve benim de enerjim olduğu için bi tane de 7 çıkmak istedim. Vadinin en başındaki Baby Face sektöründe de kısa 7’ler vardı ve gün bitmeden bi tanesini denerim diye düşündüm. Sonunda Serzeniş(7) rotasına girdim ama sektörün adından da biraz anlaşılacağı üzere rotada hiçbir büyük cep veya boşluk bulunmuyordu. Garip şekilli ve pütürlü crimpler zaten aşınmış olan ellerimde deri meri bırakmadı. Yine de bi şekilde rotayı bitirince verdiğim savaşı kazanmış gibi hissetim. Rotayı da topladıktan sonra 6.30 gibi dönüş yoluna geçtik.

İlk gün dönüş yoluna geçerken
Kampa geldikten sonra gün batımı manzarası eşliğinde sebzeli bulgur pilavımızı hazırlayıp afiyetle yedik, ancak o gün çok da farketmediğimiz bir sorun yarın baş gösterecekti: tuzumuz bitmişti!

Akşam kamp alanında sebzeli bulgurumuzu yaparken
23 Ağustos 2024
(S) İkinci gün de 8-9 gibi uyanıp hızlı bir kahvaltıdan sonra direkt yola çıktık. Vardığımızda, sağdaki baca gibi duran ama çürüklü Tilki İni sektörde, Foxy Lady (6/6+) rotasına girdik. Rehberin eskiliğinden dolayı 12 bolt olan rota 10 bolt yazıyordu. Önceki iki günün faaliyetlerinin verdiği yorgunluktan ve kilidi zaten geçtiğim hissiyle Mert’in aşağıdan topla ekspres sonra çıkarsın önerisine sıcak bakmayıp rotadan indim (kliplediğim son bolta ulaşmak için incecik tişörtümle kayaya sıkışmak durumda kaldım, farklı bir tırmanış hissiydi ama bu tarz alüvyonlu kayada biraz can yakabilir). Bu rotada taş düşme ihtimali var ve emniyet alabileceğiniz alan da dar, uyarımızı geçelim.
(M) Sonrasında benim ısrarlarımla yine yaklaşımı biraz zor (özellikle terlikle 🙂) başka bir sektör olan Çatı Katı’na gittik. Orada da sektörün en kolay rotalarından biri olan Truman Capote’a (5c+(6/6+) yazıyodu ama bence 7- gibiydi) girdim. Rotaya girer girmez direkt dünkü Serzeniş rotası aklıma geldi ve rotada bir terslik sezdim: yazılan zorluğa göre rota cidden sertti. Dinlene dinlene çıktıktan sonra Salih’e rotayı top rope açtım ancak bu da bir hataydı.
(S) Rotaya girdiğim anda kaya yapısından ötürü Mert’e BU NASIL ROTA diye çemkirmeye başladım. Kaya o kadar pütürlüydü ki parmak derimin kayayı crimpledikçe azaldığını hissediyordum. Kilit kısmını 2-3 kere deneyip asansörle istasyona çıktım ve rotayı topladım.
(M) Çatı Katı’ndan inince dünden aklımızda kalan Carnival’daki Dönme Dolap (7-) rotasını deneyelim dedik. İlk Salih rotayı denese de günlerce süren faaliyetin ve benim Salih’i tüm gün dolaştırmamın getirdiği yorgunluk galip geldi ve rotayı tamamlayamadan inmek zorunda kaldı. Ancak çok keyifli olduğunu söyleyince ben de heyecanlandım. Harbiden de mumlu ve cepli kayada sağlam bir tırmanış imkanı sunan bu rotanın çıktığımız en keyifli rotalardan biri olduğunu söyleyebilirim. Bu rotayı da topladıktan sonra yine farklı sektör ve zor rota deniyim diye Salih’i çalılık ve yabani sektörlere soktum. Ama nihayetinde güzel bir rota bulabildik.
Krallar Vadisi sektörünün sonundaki Tutankamon(7+) rotasına girmeye karar verdim. 25 metre uzunluğundaki bu rotanın başları ne kadar biraz kolay olsa da sonlara doğru karşılaştığım balkon ve overhang kısmı cidden rota zorluğunun hakkını veriyordu. Bir kere balkonda baya uzun ve temiz düştükten sonra akıllandım ve biraz dinlendikten sonra rotayı tamamladım.
Artık benim de yeni rota çıkacak halim kalmadığından akşam 5.30 gibi toplanıp kamp alanımıza döndük. Kamptaki son akşam yemeğimizde hem az sebzemiz kaldığı hem de tuzumuz tamamen bittiği için yapacağımız bulgur harbiden tatsız olacaktı. Tam o sırada sürüsü ve katırıyla yanımızdan geçen bir çobana da tuzu var mı diye sorduk ancak maalesef onda da yoktu. Biz de son çare olarak hazır bulgurun pişmesini beklerken o güne kadar açmadığımız koca bir paket çubuk krakerin tuzlarını ayıklamaya başladık. Ayıkladığımız tuzları eklememize rağmen yaptığımız koca bulgur hala biraz tatsızdı, o yüzden kalan krakeri de ufalayıp içine ekledik de anca bir şeye benzedi. Yani özetle siz siz olun tuzunuzu baharatınızı kalacağınız kampın uzunluğunu hesaba katarak ayarlayın, sonrasında kampta perişan olmayın.
24 Ağustos 2024
(S) Üç günlük tırmanış planlamıştık ancak hem yorgunluk hem de 3. günün yağmurlu olma ihtimalinden dolayı 2 gün yeter bize diyerek kampımızı 24 Ağustos sabahı toplayıp yukarıdaki mağarada takılarak Mert’in o sırada Aladağlar’a gelen bir aile dostunun yardımıyla Çukurbağ-Niğde dolmuşuna gittik.

Mert dubleks mağaramızda boulderlıyor
(M) Biletlerimizi akşam 23.00’e almış olduğumuzdan ve yağmurdan dolayı erken dönmemiz gerektiğinden saat 17.00 gibi otogara vardığımızda çantalarımızı otogarda bırakıp şehir merkezine dolaşmaya ve bir şeyler yemeye gittik. Adana dürümlerimizi gömdükten sonra şehirde bolca dolaştık ve bir cafeye gidip tavla da attık. Salih’i mars edip 5-0 yendikten sonraki ifadesiyse şu şekildeydi:

NiğTav
Dönüş:
ARKADAŞLAR *S AD*NA EN KÖTÜ OTOBÜS ŞİRKETİDİR. Ucuz olduğuna bakıp bilet almayın çünkü canınız tehlikede, bizden söylemesi. Hem 11’de gelmesi gereken otobüsümüz bir buçuk saat gecikti hem de yola çıktıktan 5 dakika sonra bariyerlere sürterek durduk. Sonrasında şoförün tek başına 37 saattir araba kullandığını, muavin ya da yedek şoför olmadığını öğrendik. Polis eskortuyla aynı şoför otobüsü otogara geri getirdi. Mert’in yarın öğlen başka bir otobüse yetişmesi gerektiğinden ona kaçak koltuk çözerek gönderdim. Sonra obiletten bürokratik birkaç manevra ile iki biletin de iadesini aldım ve as adananın yeni gönderdiği depoda bekleyen eski otobüsüne saat 3.30-4 sularında bindim. Bu otobüste geçen yaklaşık 16 saatlik eziyetten sonra İstanbul’a sağ salim varabildim. Öte yandan Mert de İstanbul’a vaktinde dönebildi. Dağda birlikte geçirdiğimiz bu muhteşem bir haftayı ve Niğde’yi karış karış yürümemizi hiç unutmayacağım. İyi ki varsın canım Mert ve umarım nice anılarımız olur
Faaliyet Değerlendirmesi:
Bütünüyle ele aldığımda gerçekten keyifli bi 3 gün geçirdiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. Kaldığımız kamp yerinin sakinliği ve gün batımı manzarası çok büyüleyiciydi, eğer yanındaki yalaktan su akıyorsa kesinlikle orada kalmanızı öneririm; ancak orada su yoksa da köye doğru olan traktör yolunun başka bir kaynak var, vadinin içinde bir yerlere kamp atıp o kaynaktan da faydalanılabilir. Onun dışında bir yandan Aladağlar’ın eteğinde dağ havası alırken bir yandan da sonsuz sayıda ve çeşitte rota içeren böylesine güzel bir vadide tırmanışımın sınırlarını zorlamak da ayrı bir deneyimdi. O yüzden daha sonra ayrı bir faaliyet olarak Kazıklı Ali’ye gelmek güzel olabilir, çünkü öncesinde Salih’le yaptığımız o upuzun zirveler bizi harbiden biraz bitirdi, hatta son gün yağmur ihtimali olmasaydı bile yorgunluktan çok çıkamayacaktık büyük ihtimalle. Son olarak da bir hafta aynı çadırı paylaştığım zirve ve tırmanış partnerim Sailh’e de burdan çok ama çooook teşekkür etmek isterim, bu kadar uzun süre bana katlanıp her an sırtımı güvenle yaslayabileceğim biri olarak yanımda bulunduğun için sana minnettarım, iyi ki varsın!
0 yorum