Ağrı Kış Tırmanışı Faaliyet Raporu 10-15 Şubat 2025 ( Güney Yüzü Klasik Rota )

EKİP: Ali Umut Usta, Bora Turan
KAMP YERİ: Birinci Kamp alanı 3200m
ROTA: Güney Yüzü Klasik Rota, 2200’deki Eli köyünün biraz yukarısından 3200’deki birinci kamp alanına varış, ertesi gün aklimatize olmak için 4200’deki ikinci kampa çıkıp iniş geri iniş. 13 Şubat günü zirveye gidiş
EKİPMAN: Herkes için kask, kazma, krampon, birkaç karabina, ekspresler, kürek, perlon, prusik, telsiz ve 60m ip, 2 yemek seti, 1 north face çadır, buz vidaları, baton, kar gözlüğü, kuşam
YAZAN: Ali Umut Usta

  • Dağ : Ağrı Dağı
  • Konum : Türkiye, Ağrı, Doğubeyazıt
  • Yükseklik : 5.137 m.
  • Zirve Tarihi : 13.02.2025

Önceki raporumda da yazdığım gibi aslında üçüncü doğu ekspedisyonu daha farklı bir rotaya olacaktı. Cilo ve Demavend faaliyetinden sonra aklımda Kaçkar, Kazbek ve Elbruz vardı ancak sonrasında ne olacağına dair bir fikrim yoktu. 2024’ün Kasım ayında idik ve Hisarüstü’nün yokuşlarının birinde ellerimde poşetler ile dinlenmekteydim. Muhammet çıkageldi bir yerlerden. Laflamaya başladık ve ona konuştuğumuz neredeyse tüm dağlara çıktığımızı ve geriye ne kaldığını sorduğumda bana “ Ağrı Kış var. Bu faaliyet için yeterli ekipmanlarımız ve tecrübemiz yok. Hava -30 ya da -40 dereceyi buluyor.” dedi. Ben zaten Bora ile çıkmıştım Ağrı’ya ve kışın çıkmak gibi bir isteğim de yoktu ancak Erciyes’e kışın çıktıktan sonra kış faaliyetinin tadını almıştım bir kere ve yaz tırmanışları iyice kolay gelmeye başlamıştı. Bu konuşma ardından eve gidince kafamda dönmeye başlamıştı Ağrı Kış faaliyeti. Muhammet bir anda beni tribe sokmuştu.

Günler ve haftalar geçiyordu ve Ağrı Kış içimde büyümeye başlamıştı. Üzerine iyice düşünüyordum .Nasuh Mahruki’nin Ağrı Kış faaliyetinde hayatını kaybeden İskender’i düşünüyordum. -40 derecelere varan soğuğu düşünüyordum. Kimle gidebilirdim ya da kendi tecrübemin bu faaliyet için eksik olduğunu düşünüyordum. Bora’nın kış zirvesi yoktu henüz ve malzemeleri de eksikti. Muhammet de gelmeye pek sıcak değildi.
Etrafımda da beni Ağrı’ya çıkarabilecek, güvenebileceğim, bu iş için yeterince tecrübesi olan insan yoktu. Eksik ekipmanlarımı ve gidebileceğim zamanı düşünüyordum ama hepsi kocaman bir muallaktı. Sonraları aklıma iki kişi geldi. Birisi Türkiye’de Kar Leoparı lakaplı birkaç kişiden biri Olan Bülent Çınar’dı. Kendisi ile yelken vasıtasıyla tanışmıştım. Onu aradım ve durumunu anlattım. Kendisinin gelemeyeceğini ancak bana malzeme verebileceğini söyledi. Ağrı kış tecrübelerini ve İskender meselesini anlattı. Ardından ise Egemen İzmirli isimli abimi aradım. Kendisi eski Nato askeri ve hayatta kalma uzmandır. Durumu anlattım ve hemen kabul etti ve çok heyecanlandım. Ciddi ciddi Ağrı kış yaşanacak gibiydi.

Zaman geçiyordu 2025’e girmiştik. Ben hala doğru zaman aralığını bulamıyordum. Malzeme eksiklerimi tamamlayamıyordum. Egemen abiden haber gelmiyordu. Ağrı Kış gözümde büyüdükçe büyüyordu derken ansızın Muhammet aradı ve dedi ki “12-16 Şubat tarihinde Tdf Ağrı Kış faaliyeti düzenliyor.” Aldığım bu haber şu demekti, Tdf hava durumunu açısından uygun zamanı bulmuştu, dağda birçok dağcı olacaktı yani endişelerimin bir kısmı azalmıştı. Bora’yı aradım ve Egemen’in gelmeyeceğini söyledim. Tdf’nin etkinliğinden bahsettim ve havanın iyi olduğunu söyledim. Bunları söyleyince Bora plana yükseldi ve gelmeyi kabul etti. Boranın geleceğini söylemesi ile benim için Ağrı Kış faaliyeti korkunç bir yerden, makul bir plana dönüşmüştü. Bora ile birçok faaliyet gerçekleştirmiştim ve benim için olabilecek en iyi seçenekti. O kadar iyiydi ki faaliyet için ekstra hiçbir şey konuşmamıza gerek kalmadı. Tarihi belirlemiştik. Tdf’den iki gün önce Ağrı’ya gidip onlar zirveye giderken biz dönüyor olacaktı. Hemen biletleri aldık ( gitgel 3k ). Cuma ( Ağrı dağına en çok çıkmış insan, 638 kere ve önceki gelişimizde bize yardım eden Ağrı dağı rehberi, Ağrı dağının Ulvi abisi gibi düşünebilirsiniz ) abiyi arayarak kar durumunu öğrendim, Ağrıya geleceğimizi ve bize yardım edip edemeyeceğini sordum. Bizi karın olduğu son noktaya kadar arabayla bırakabileceğini söyledi ve onun evine üç tane tüp sipariş ettim çünkü uçakta tüp götüremiyorduk. Doğubayazıt Kaymakamlığına da bir mail göndererek izin işini halletmiştim. Artık Ağrı Kış’a resmen gidiyorduk.

10 Şubat ( İstanbul – Doğubeyazıt 2600m kamp )

Alarm çalmaya başladığında saat 5 olmuştu ama zaten heyecandan pek de uyuyamamıştım. İşin komik tarafı ise kaç faaliyete gittiysem de hala çantamı en son dakika ayarlama alışkanlığımı üzerimden atamayışımdı ve ayrıca hala en kompakt çantayı da yapamıyordum. Bir şeyler her zaman fazla ve eksikti. Uçağımız İstanbul Havalimanındandı ve Bora ile Gayrettepe metro da buluştuk. Her zaman olduğu gibi yine yaşıyor olduğumuz duruma inanamıyorduk. Bora hiç hesabında olmayan, hiç geleceğini düşünmemiş olduğu Ağrı Kış’ı düşünürken ben de Muhammet’in bir anda aklıma sokup beni aylarca tribe soktuğu bu faaliyetin sonunda yaşanıyor olduğuna çok şaşırıyordum. Havaalanına varmıştık, 15 kilo sınırına uydurmak için bütün katakullileri yaptıktan sonra ve en son kişiler olarak uçağa binmiştik. Erken geldik diye biraz zaman öldürmüştük ancak uçağa son binenler olmuştuk ve hatta girişi kapattıklarından 10 saniye sonra varmıştık, bizim için açmışlardı. Az kalsın faaliyet burada sonlanıyordu. Ağrı’ya değil Iğdır’a gidiyorduk çünkü Iğdır havaalanı Doğubeyazıt’a daha yakındı. Yol bir buçuk saat yerine iki buçuk saat sürmüştü. Gerçekten Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna gidiyorduk, o kadar uzaktı ki aynı mesafeye İstanbul’dan Münih’e gidebilirsiniz.

Has agam Bora ile ikinci defa Ağrı Dağı_na yaklaşıyoruz

Ağrı Dağı’na yaklaşım yolu (45dk araba yolculuğu)

Görsel şölen

Iğdır’ın dağlarla çevrili koca düzlüklerine inmiştik. İklim, kültür, dil, insanlar her şey değişmişti saatler içerisinde. Aslında bu yüzden genelde karayolunu tercih ediyordum, bu değişim daha kademeli yaşansın diye ancak artık hayat temposu ve zaman azlığından dolayı tercih etmiştik uçağı. Uçaktan inince sonsuz düzlükler göründü hemen. İnsan bu düzlükleri görünce yakınlarda Türkiye’nin ve hatta bu bölgelerin en yüksek dağının bulunduğuna inanamıyor. Bu tarz küçük şehirlerin havaalanlarına çok gülüyorum çünkü uçaktan iner inmez çantanı alıp hemen dışarı çıkabiliyorsun ( Yüksekova Havaalanı gibi ). Uçaktan inip iki adım attık, hemen çantalarımızı aldık ve hop dışardayız. Tüm gözler üzerimizdeydi. Bizi yabancı sanıyorlardı. Dağcı olduğumuzu ve Ağrı’ya çıkacağımızı söylediğimizde bize inanamıyorlardı. Bir kısmını çıkıp geri döneceğimizi sananlar çoğunluktaydı yani zirveye çıkmayacağımızı sadece dağın eteklerine gidip döneceğimizi düşünüyorlardı. Hemen bir havaşa atlayıp ( 200 tl) Doğubeyazıt’a yol almaya başladık. Yollar bizi her dakika yaklaştırıyordu nihayi hedefe. Bora söylemişti, attığımız her adım küçüle küçüle gidiyorduk hedefe ve ilk adım en büyüğüydü yani Ağrıya gelmek. Doğubeyazıt’a gittiğimiz bu ikinci ve daha küçük adımda gördük koca heybetiyle Ağrı dağını. Üzeri karla kaplıydı ve bence dağlar karla kaplı olduklarında çok daha güzel görünüyorlardı. İlk defa bir dağa ikinci defa tırmanacaktım. Buraya tekrar geleceğimi de hiç düşünmüyordum. Bembeyazdı Ağrı ve tüm heybetiyle orada duruyordu. Hava çok güzeldi, Cuma abinin sözleriyle adeta bahar havası vardı. Şimdilik her şey yolunda görünüyordu. Gün planımız şöyleydi, önce Doğubeyazıta varmak, sonra alışveriş edip arabayla 3200 varmak ve kamp kurmak.

Agaların agası

Yol boyunca kaymakamlığı aradım ancak her seferinde olduğu gibi cevap alamadım. Arama nedenim onlara attığım izin mailinin geri dönüşünü alamamış olmamdı. Varınca Doğubeyazıta aradım Cuma abiyi ve hemen buluştuk. ( Her şeyden önce parayı konuşalım istedim çünkü bize bir sürü faydası dokunacaktı,işiydi bu, gönül işi değildi ve bizi dağa çıkarıp indirmesinin 5 bin lira olduğunu söyledi, ağlayarak 4 bine düşürdüm. Bu fiyat 4 kişi olsanız da aynı bu arada yani bir araba gittiği için tek kişi olsanız da 4 kişi olsanız da aynı.) Kendisi hemen kaymakamlığı aradı, kişilerin özel numaraları varmış onda. Benim attığım mail onlara gitmemiş ve bu durum bizi mini bir krize sokayazarken Cuma abi hemen olayı halletti ve bum izni alıverdik. Doğu turlarının vazgeçilmezidir ciğer bizim için. İzini aldıktan sonra hemen gidip güzel bir ciğer yedik ve dağ alışverişimizi yaptık. Zaman kaybetmeyelim diyorduk ama Cuma abi halihazırda geç kaldığımızı, bir kaç gün önce kar yağdığı için 3200’e değil de 2200’deki Eli köyüne bizi bırakabileceğini, oradan da 3200’e 5-6 saatlik yol olduğunu ve bu saate yukarı çıkamayacağımızı söyledi. Bir anda tüm planlar değişmişti. Aslında en başından belliydi yaklaşımın çok zor ve uzun olacağı ben çok fixtim yürümeye ancak bahar havası olunca arabayla 3200’e gidebileceğimiz gibi bir düşünceye varmıştım. Neyse artık yolda düşünürüz deyip yola çıktık.

İlk gün 2500’de attığımız kamp

Gün batıyor ve gökyüzünden sim yağıyor

Doğubeyazıt’ın biraz dışarısında Topçatan isimli yerdeki Jandarma noktasına gelmiştik. Anılar gözlerimin önüne tekrar geldi. Tam 15 ay önce gelmiştik yine Ağrı’ya ama bu sefer durumlar bambaşkaydı. Cuma abi önceki gelişimizde “Ağrı’ya çıkmak piknik yapmak gibidir.” demişti ama bu sefer öyle demiyordu. Jandarma noktasından sonra sadece dağın eteklerine varmak için yarım saatlik bir araba yolculuğu yapmak gerekir. Dağ tam karşınızdadır ve kıvrımlı yolu gittikçe dağ daha da uzaklaşır sanki. Cuma abi ayakkabılarımızın yetersiz olacağını ve ıslanacağını söylüyordu ( Asolo ), bu faaliyetin yaz faaliyeti gibi olmayacağını bu yüzden de 3200, 4200 ve zirve yapamayacağımızı çünkü kamp taşımanın çok zor olacağını söyledi. Kış zirveleri için 3700’lerdeki “Kum Kampı”na gittiklerini ve oradan zirve yaptıklarını söyledi ama biz genç ve güçlü olduğumuz için bize 3200’den direkt zirveye gidin öğüdü verdi. Bu halihazırda altüst olmuş planlarımızı iyice çorba etmişti. Dağa yaklaştığımız düzlük bitmiş, dağın eteklerine gelmiş ve yavaştan yükselmeye başlamıştık. 2200’deki Eli köyüne vardığımızda kar kalınlığı 5-10 cm’i buluyodu. Araba zorlanmaya başlamıştı ama gitmeye devam ediyorduk ve en son 2500m’de tıkandık. Cuma abiyle vedalaştık ve sonsuz karın ortasında bulduk kendimizi.

Gün batarken Ağrı Dağı

Güneş batmaktaydı, gökyüzü turunculaşmıştı ve Ağrı Dağı tüm heybetiyle karşımızdaydı. Kendimizi çok küçük hissettik. Bunca yolu gidip nasıl en tepeye varacaktık ? Ama hep de dediğim gibi bir şeyleri yapmak düşünmekten daha kolaydır. Hemen çadırı kurma işine giriştik. North Face çadırı eğer kullanacaksanız bir tur önceden kurmanızda fayda var çünkü diğer çadırlar gibi olmadığı için hele ki böyle soğuk ortamlarda hız kazanmanız açısından gayet faydalı. Çadırı kurmuştuk malzemeleri yerleştirmiştik ve beş dakika manzaranın tadını çıkaralım diyorduk. Güneş batıyordu ve havada enteresan sim tanecikleri gibi şeyler vardı. Başta soğuktan havadaki nem donuyor diye düşünürken sonrasında Bora’nın fikri daha mantıklı geldi o da şu dağın yüksek kısımlarındaki rüzgar henüz yeni yağmış toz şeklinde karı süpürüp aşağılara dökmekteydi. Dökülen karlar gökyüzünde parıldamaktaydı ve hiç rüzgar da yoktu. Güneşin batmasıyla çadırın içine girdik. Hava aniden çok soğudu ve hemen bir çay çorba yaptık, biraz sohbet ettik ve yatışa geçtik. Gece çok üşüdüm ve neredeyse hiç uyuyamadım ama Bora bey anında uykuya daldı ve fosur fosur uyudu.

Çadırın içinde üşümemek için giyinik duran Bora

Soğuktan donan ot

11 Şubat ( Doğubeyazıt 2600m kamp – 3200m Kamp alanı )

Sabah 6’da uyandık, tulumdan hiç çıkasım yoktu. Tüm gece bacaklarıma kramp girdi, sırtım hiç rahat değildi ve çok çişim vardı, üstüne de hiç uyuyamadım. Felaket bir geceydi ama şükür sabah olmuştu. Bi kahvaltı yaptık, hazırlandık ve çıktık. Araba yolu vardı ve yapmamız gereken şey yolu takip etmekti. 4-5 saat kamp yüküyle sanırız bir avcının açtığı izde yürüdük. Durup durup mola veriyorduk. Hava güzeldi ve zaten çok yorulup ısındığımız için üstümüze de çok şey giymemiştik. Bir katırcı katırlarıyla birlikte yanımızdan geçti ve Tdf ekibinin malzemelerini taşıyor diye düşündük. Sonra arkamızdan bir ekibin geldiğini gördük. Çok yükleri yoktu ve hızlı geliyorlardı. Az önceki katırın onların malzemelerini taşıdığını anladık.

İkinci gün 3200’e yükseliyoruz

3200’e yükseliş devam ediyor, hava çok hızlı değişiyor

Artık takatimiz kalmamıştı, 3200 kampını bir türlü bulamıyorduk derken en sonunda insan yapısı gördük ve durmaya karar verdik. Diğer ekip bizi yetişti ve onlara burası 3200 kampı mı diye sorduğumda biraz daha yukarısı olduğunu söylediler ama hiç yürüyesimiz yoktu. Biraz düşündükten sonra zaten yukarı çıkmanın pek de mantıklı olmadığına kanaat getirdik derken bir de ne görelim birileri resmen bizim için bir çadırlık alanı kazıp düzlemişler. Hemen çöktük oraya. Çadırı çok hızlı kurduk ve kendimize yemek yaptık. Biraz kar eritip çay yaptık. Ben ekstra bir ocak daha getirmiştim ki bir tanesinde kar eritip bir tanesinde çay ya da yemek yapabilip zaman kazanalım diye. Normalde ertesi gün aklimite olmayı planlıyorduk ama Cuma abi bize zirve yapabileceğimizi de söylemişti ancak işi şansa bırakmayıp ertesi gün aklimite olma kararı aldık. Yaşanan bu ani plan değişikliklerine rağmen hala programın gerisinde değildik.

Çantalarla saatlerce yürümek bizi maffetti

3200’e vardık çadırı attık, yorgun ve mutluyuz

Önceki gün çok üşüdüğümü Bora’ya söyleyince biraz kafa patlatıp şu yüzden üşüdüğümü anladık, hava çok soğuk olduğu için tulumun içine girip sürekli içine üfleyince içerideki nem ortamın çok hızlı soğumasına neden oluyordu. Bu sefer küçücük bir delikten dışarı üfledim tüm gece ve gerçekten de üşümedim. Yani -28 derece anapurna tulum gayet yeterliymiş ve benim gibi içine üflemeyin dostlar. Bu arada bütün elektroniklerin bataryalarını, ertesi gün giyeceğimiz kıyafetleri vs hep tulumun içine koyuyorduk çünkü her şey donuyordu gece boyunca. Sağımıza ve solumuza çanta ve kıyafetleri koyup ortada birbirimize sokularak uyuyorduk ki birazcık daha yalıtım olsun diye. Ben matımın üstüne olan tüm kıyafetlerimi koyup yer ile aramda bir katman daha oluşturuyordum. Ayrıca ( normalde tavsiye edilmez ) her yer inanılmaz soğuk olduğu için çok dikkatli bir şekilde çadırın içinde yemek yapıp su eritiyorduk ki ateş bizi ısıtıyordu ve ikinci geceyi de böylece geçirdik.

Jöh kendince dağa bir iz bırakmış ancak kendileri nerede anlamadık

Geceleri o kadar soğuk oluyor ki çadırın içindeki her şey donuyor

12 Şubat ( 3200m Kamp alanı – 4200m 2. Kamp alanı ve dönüş Aklimatizasyon günü)

Bu sefer dün geceye göre biraz daha uyuyabilmiştim ve gece pek de üşümemiştim. Sabah kahvaltı yapalım dedik ve o sıra fark ettik ki kahvaltılık bir şeyler almamışız neredeyse öyle olunca biraz icatlar yapıp şef Bora’dan güzel bir tarhana çorbası içtik. Ardından hazırlanıp yola çıktık. Dün gördüğümüz ekibin açtığı izden devam edip onların kamp alanının yakınlarına vardık. Çantasız yürümek o kadar kolaymış ki fırt diye vardık oraya. O ekipten birini gördük ve öğrendik ki birisi rahatsızlanmış ve onu aşağı indireceklermiş bu yüzden yola çıkmamışlar. Biz yolumuza devam ettik.

4200’e çıkmaya başladık

Cuma abi bize vadiden değil de sırttan gidin demişti ve biz de gözümüze kestirdiğimiz sırtta doğru gitmeye başlamıştık. Önümüzde yol gibi bir şey vardı bele kadar kara batıyorduk. Kayalara yakın gitmeyelim diyordum çünkü bazen kayanın etrafına basınca bacağımız belimize kadar batıyordu ve çok tehlikeli durumlar yaşanıyordu ama iz açmak da bir hayli zordu. Kısa zaman sonra dikkatli bir şekilde kayaların üzerinden gitmeye başladık. Sırta vardık ve yükselmeye başladık derken sağ tarafımızda vadide bir iz gördük. Yükselmeye devam ettik ve 4200 kampının vadinin diğer tarafında olduğunu fark ettik. Ben bir yan geçiş yaparak ize bağlanıp oradan da 4200 kampına geçebileceğimizi söyledim çünkü yukarıda bunu yapabilirdik ancak nasıl bir zemin olduğunu ve yer şekillerini göremiyorduk. Gördüğümüz yer daha iyi deyip yan geçisi yaptık çok minik tehlikeler oldu ama bam güm geçtik ve ize bağlandık. Kısa zaman sonra da 4200 kampına vardık.

4200’e çıkarak aklimatizasyonu gerçekleştirdik

4200’den Küçük Ağrı manzarası

4200’den aşağı bakış

Orda biraz vakit geçirip çay içip bir şeyler atıştırdık. Vücudumuzun yüksekliğe daha çok uyum sağladığını umarak ( normalde orda bir gün kalmak daha iyi oluyor ) aşağı inmeye başladık. Biraz indikten sonra diğer ekibin 3700’deki kum kampına geldiğini gördük. Kamplarını oraya taşımışlardı. Biraz lafladıktan sonra Bursa il temsilciliği olduklarını öğrendik. Ertesi gün hepimiz zirveyi deneyecektik. Birbirimize bol şans dileyip yolumuza devam ettik ve 3200’deki kampımıza indik. Hemen kar eritmeye, yemek yapmaya ve çanta hazırlamaya başladık. Kramponlarımızı ayarladık, şarj aletleri, ekipmanlar vs. Ertesi güne hiçbir iş bırakmak istemiyorduk çünkü hava çok soğuk olacaktı ve her şey çok zor olacaktı. İşler bittiğinde saat 7 olmuştu. Zirve yolculuğumuza 5 saat kalmıştı. Bora heyecanlandığını söylemişti ama ben belki de aylardır bu geceyi beklediğim için pek de heyecanlı değildim ama aynı zamanda iki gündür gözüne bir damla uyku girmeyen insan da bendim ( lol ). Birbirimize iyi geceler dedik. Telefonlarımıza Ağrı Kış Zirve alarmı kurup uykuya geçtik.

4200 kampının yukarı bakarken sağında kalan vadi ( sürekli taş yuvarlanan bir yer)

Aşağı indik, önümüzdeki karsız yer 3700’deki kum kampı

Tarzan 1

Tarzan 2

13 Şubat ( 3200m Kamp alanı – 5137m ve dönüş – Zirve günü )

Gece 00.00’dı Ağrı Kış zirvesi alarmı çaldığında. Önceki gecelere nazaran biraz daha uyuyabilmiştim. Tüm gece nasıl harekete geçeceğimi düşünüyordum çünkü ilk defa böyle bir soğukta dışarı çıkacaktık. Her şey çok daha zor geliyordu ama bir şeyi düşünmek yapmaktan daha zordur diyerek gözlerimi açar açmaz hemen yapılacaklar listesini yapmaya koyuldum. İlk iş decathlondan aldığımız ısı pedlerini aktive etmemiz için 20C sıcaklığa koymamız ve 20dk beklememiz gerektiği için hemen onları açıp içliğimizin içine attık. Ardından hemen ocağı açıp su ısıtmaya başladık ve ocağın sıcaklığıyla kendimize geldik. Şipşak bardak çorbalarından favorim olan domatesliden yapıp 3 termos çay yaptık. Bunları yaparken içimde bir şeyin ısındığını fark ettim ve panik oldum meğer ısı pedi aktive olmuş. Üzerinde yazdığına göre ayak için olan 45 el için olan 65 derece sıcaklığa ulaşıyormuş ama pek doğru gelmedi. Isı pedinin ayak için olanı çorabın üzerine, parmak uçlarına doğru yapışkan ile yapışıyor. Rahatça ayakkabıyı da giyebilmek için gevşetmiştim ayakkabıyı birazcık. Bora ise ısı pedi yerine ısınan ayak tabanlığı taktı. Her şeyi önceki akşam hazırlamamıza rağmen çadırdan çıkışımız saat 1:30u buldu. Gökyüzünde kocaman bir dolunay vardı. Kehanete göre Bora-Ali Umut ve Muhammet üçlüsü zirve yaptığı gecelerde dolunay olurdu. Bu iyiye işaretti ve etraf epey aydınlıktı, ayaydındı. Enteresan bir şekilde hiç üşümüyorduk. Hiç rüzgar yoktu ve her şey tıkırında gidiyordu. O sırada montumun önünü kapatayım derken varlığına hiç anlam veremediğim, o hep fermuarların takıldığı yere takıldı fermuarım. Eldivenlerimi çıkarmadan halletmek istemiştim bu durumu ve biraz ileri geri yaparak denedim, olmadı. Sonra iki yana çekip açayım derken pat montumun fermuarı patladı. Her şey iyi giderken havayı bir anda benim “Hayırrrrrrrrrrrr!!!” çığlıklarım doldurdu. Yapacak hiçbir şey yoktu. Sırt çantamın omuz ve bel desteğini takarak montun iki yakasını bir arada tutmaya çalışıyordum ama nafile.

Zirveye yolculuk sırasında güneş doğmaya başlıyor

Yükselmeye başlamıştık. Yukarıdaki Bursa ekibi de zirve yolculuğuna başlamıştı. Kafama bir kayak maskesi geçirmiştim, sadece gözlerim açıktaydı. Burnumdan nefes alıp ağzımdan veriyordum ancak ağzımdan verdiğim havayı da burnumdan soluyordum ve her şey çok zorlaşıyordu. Temiz hava almak için burnumu dışarı çıkardığımda ise burnum donuyordu ve zaten yine kaliteli nefes alamadığım için ağzımı da açmam gerekiyordu. Bunu yaptığımda ise kafamdaki maske gözümü kapatıyordu ve önümü göremiyordum. Yol boyu bu işkenceyi çektim. Nefesimin buharından dolayı nemlenen burnum ve sakalım açık havayla temas edince donuyordu. En sonunda isyan edip kafamdaki maskeyi çıkardım. 1-1 buçuk saat sonra 3700 metreye yani kum kampının olduğu yere gelmiştik. Önümüzdeki ekipten bir kişinin dönüş yolunda olduğunu gördük. Çok yorgun hissettiği için kendisini zorlamak istememiş. En iyisini yaptın dağ hep orada zaten diyerek yolumuza devam ettik meğer bu insan sonradan öğrendim ki eski Tdf başkanıymış, (lol). Yükselmeye devam ediyorduk ama Bora’nın ısı pedleri çalışmıyordu,ayağı üşüyordu ve midesi bulanıyordu. Bu sebeplerden dolayı hızımız yavaşlamıştı ama zaten pek de hızlı gitmek istemiyorduk daha iyi aklimite olalım diye. Mide bulantısının yola çıkmadan önce içtiğimiz C vitamini tableti olduğunu söyledi yani tahminleri öyleydi. 4200’e geldiğimizde saat 4 civarıydı. Planlarımıza göre biz 4200’e geldiğimizde hava aydınlanacaktı ve içimiz ısınıp yolumuza devam edecektik ama havanın aydınlanmasına 2 ya da 3 saat daha vardı. Hava sıcaklığı ise -20ler civarı olmalıydı belki de daha soğuk hiç bilemiyorum. Yolumuza önümüzdeki gruptan başka birisi çıktı. O da geri dönüyormuş çünkü La Sportiva botu patlamış. Hem olmayan la sportivamıza hem de adamın botuna üzülürken bir de ne öğrenelim !!!!! meğer katırcılardan kiralanabiliyormuş dağ malzemeleri, eldiven, la sportiva bot, kaz tüğü mont ve hepsi toplam 1,5-2k tutuyormuş. O sırada montu patlamış sakalındaki sümükler donmuş ben ve ayakları donan Bora cahilliğimize üzülerek yolumuza devam ettik.

4500m’de karşılaştığımız iki dağcı

Bora iyice yorulmaya ve midesi bulanmaya başlamıştı. Ben ise öncen gidiyordum ama bu durumlardan dolayı onu önüme alıp yürümeye başladım ki aramızdaki mesafe açılmasın diye, zaten iz de açmıyorduk. Ben fena değildim, ayaklarım ve ellerim üşümüyordu, midem de bulanmıyordu ama geçen zamanda yavaş olduğumuz ve montumun önü açık olduğu için çok üşümeye başladım. Hava bir türlü aydınlanmıyordu. Bora çokça oturup dinleniyor ardından tekrar biraz hareket edip tekrar oturuyordu. Ben onu güneş doğunca dertlerimiz geçecek diye motive etmeye çalışıyordum. Diğer gruptan iki kişiyi daha yakalamıştık ancak onlarla çok sohbet etmedik yolumuza devam ettik. Solumuzda batmasına az kalmış olan ay, sağımızda ise doğmak üzere olan güneş vardı. Tüm kartları güneşe oynamış gibiydik ama bir türlü o an gelmiyordu. Havanın biraz aydınlanmasıyla güzel videolar çekmeye başlamıştım. Yukarıdan dönen başka birisiyle daha karşılaştık. Ona yükseltimizi sorduğumda bana 4600 civarlarında olduğumuzu söyledi. Adete yıkılmıştım, çok daha yüksekteyizdir ve az yolumuz kalmıştır diye düşünüyordum. Sakallarım donmuştu. Bu sırada yaklaşmakta olan Ağrı dağının gölgesini çekmek için kameralarımı hazırlarken pat küt bütün kameralarım soğuktan donup kapandı. Halbuki onları sıcak tutmak için ne kadar uğraşmıştım. Neyseki yanımda üç kamera, bir de telefon vardı ve bir arkadaşımdan ödünç aldığım kamerayı çıkarıp çekimler yapmaya başladım. Bir de ne göreyim önümüzde bir taşa güneş vurmaya başlamıştı ve koşa koşa o taşa çıktım. Gördüğüm güneş içimi ısıtıp beni o kadar mutlu etti ki neredeyse ağlayacaktım.

Biraz daha yukarıda daha güzel güneş alan başka bir kayaya geçtim ve çekim yapacaktım ki başımdan aşağı kaynar sular döküldü bir anda. Kameram cebimde yoktu. Aradım taradım her yere baktım ama nafile. Kameramı düşürmüştüm. O sırada biraz aşağılarda ecel terleri döken Bora yanıma geldi ve ona durumu anlattım. Ben kamerayı ararken o da dinleniyordu. Sonunda pes ettim, başıma gelebilecek her kötü şeyi yaşıyordum resmen, devam edelim dedim ancak Bora pek iyi olmadığını ve geri dönmek istediğini söyledi. Onunla aşağı inmeli miyim diye düşünürken , kendisinin inebileceğini söyledi. Durumu çok kötü olsa (zaten çok kötü olana kadar da devam etmezdik) karar ona kalmadan aşağı inerdik (bkz: eski ağrı raporundaki Mustafa durumu (burada) ) ancak ona bu konuda güvendim. Tek olacağım için teknik malzemelere ihtiyacım yoktu hepsini Boraya verdim. Yanımda da hiçbir elektronik cihaz olmadığı için Boranın telefonunu aldım. Kameramı da belli bir süre tekrar aradıktan sonra batonlarımı oraya sapladım ki dönüşte tekrar arama şansım olsundu kameramı ve kazmaya geçtim. Artık önümde zirve ve kendi içime doğru büyük bir yolculuk vardı.

Montum patlak, ellerim ve ayaklarım donmak üzere, sakallarımda buzlar adım adım yükseliyordum. Aklımda geri dönmekte olan Bora vardı. Önceki gün ben kış faaliyeti güzellemeleri yaparken bana “Ben küfrede küfrede faaliyet gerçekleştirmek istemiyorum.” demişti. Yani çok fazla zorlanmak istemiyordu ve geri döndüğü nokta tam olarak burasıydı. O geri dönerken artık dağcılığı bırakacak mı ?, yalnız mı kalacağım ? gibi gibi sorular kafamda dönmekteydi. Hızımı arttırdığım için biraz ısınmıştım. Ağrı dağının da gölgesi pek belli olmamıştı ama önceki gelişimde net bir şekilde gördüğüm için artık tek iş yukarı çıkmaktı. Yorulmuştum ve artık aklımda olan tek şey cam buz kısmı ve yorgunluğumdu. Saatten de hiç haberim yoktu ama saat 9-10 gibi zirve külahına vardım. Gün boyu önümüzde yürüyen Bursa ekibi ipe giriyordu. Selamlaştık, halime pek şaşırmışlardı. Patlak mont, donmuş sakal ve ekipmansızlık. Cam buzun nerede başladığını sordum ve anladım ki tam bulunduğumuz noktada başlıyormuş. Önceki gün Barzani ( Cuma abi gibi Ağrı dağı rehberi ) ve ekibinin açtığı izi gösterip tehlikeden dolayı geri döndüklerini söylediler. Bana ipe girip girmek istemediğimi sordular, ben de biraz denemek istediğimi eğer zorlanırsam onlara katılacağımı söyledim.

Cam buza ne kazma ne krampon giriyordu. Kazmanın ucuyla küçük bir delik oluşturmak için üç dört kere vuruyordum, kramponla ise yere bir kaç kere vurduktan sonra basamak gibi bir şey oluşmuyor buz kırılıyordu. Tırmanmam gereken 4-5 metre ve 30 derecelik bir yer vardı. Yükselmeye başladım ve açıkçası biraz endişelendim. Hani zordu,oluyorda gibiydi ama kazma ve krampon iyi yerleşmedikleri zaman kayıyordu. Eğimi bitirip zirve külahındaki platoya vardım. Önümde koca bir düzlük vardı. Sağ tarafta ise cehennem deresi denilen İskenderin öldüğü cam buzun parıl parıl parıldadığı eğer kayılması durumunda fiyu diye sonsuza kayılacak yer bulunuyordu. Aklımda platonun soluna doğru gidip sırta çıkıp sırttan gitmek vardı çünkü güvenli duruyordu. Yürürken bazı yerlerde buzun içi görünüyordu ve sonu yok gibiydi. Bazı yerlerde kar vardı ve karın olduğu yerde yürümek, kazma krampon kullanmak uygundu. Ben bu keşifleri yapıp yürürken arkadan bağrışmalar duydum. Döndüğümde Bursa ekibinin bana seslendiğini ve beni çağırdıklarını duydum. Yanlarına gittim ve benim için endişelendiklerini, ipe girmemi istediklerini söylediler. Aralarından bir tanesi ( Ömer hoca ) bir Boğaziçili kolay yetişmiyor diyerek gururumu okşadı yerden beş bin metre yukarıda. Biraz düşünüp onlara katıldım çünkü başıma bir şey gelseydi onlar da suçluluk duyacaktı ( ancak sonradan fark ettim ki 11 kişinin aynı ipe girmesi güncel durumumdan çok daha tehlikeliydi, tek kişinin kayması durumunda herkes ölebilirdi. Ayrıca bence sırttan gitmek daha güvenli iken onlar dümdüz yürüyüp dik bir yerden çıkmayı tercih etti ) Beni ipin ortasına aldılar ve yükselmeye başladık.

Bir anda bir sürü insanla tırmanmaya başlamak da enteresan olmuştu. Ben sırttan gitmenin daha iyi olup olmadığını sorduğumda bana cevap vermediler ve Barzani’nin izine yakın bir yerden dik bir şekilde yükselmeye başladık. O kadar da tehlikeli hissettirmiyordu. Bam güm çıktık sırta ve zirve hemen sağımızda kalıyordu. Sevincimi pek yaşayamadım çünkü ilk defa bir zirvede fotoğraf sırası gibi şeyler yaşadım ki zaten çok üşümekteydim ve zaten bir sürü tanımadığım insan olunca kendim olamadım. Ayrıca onları endişelendirdiğim için de mahçup haldeydim Yoksa birazcık haykırıp, ağlamayı ve güzelce bir kaç video çekmeyi planlıyordum.

İkinci defa Ağrı zirve ve soğuktan donmuş sakallarım

Fotoğraf işi bitince aşağı inmeye başladık. Şimdi ise çok daha dikkatliydim çünkü kazaların çoğunlukla dönüşte olduğunu biliyordum. Cam buz kısmını bitirince bağırdım. Ne olduğunu sordular ve dedim ki sağ salim Ağrı Kış zirvesi yaptık bir bağırıp kutlayayım istedim. Hemen ipten çıkıp aşağı koşmaya başladım. Artık kafamda sadece düşürdüğüm kameram vardı. İnerken midem bulanmaya minik de başım ağırmaya başlamıştı. Batonlarımın olduğu yere gelmiştim. En azından zirve yapmıştım ve üşümem de azalmıştı. Tüm enerjimi toplayıp her santimini aradım zeminin. İyice umudumu kaybetmişken karların arasında küçücük bir siyah leke gördüm. Elimi uzatıp alınca fark ettim ki kamerayı bulmuşum. O kadar yorgun ve şapşaldım ki sevinemedim bile. Bundan sonraki tek isteğim aşağı inip uyumaktı. Kramponlarla inmek çok zordu ama çantamda yer yoktu ve onları çıkaramıyordum. Boraya telsizden iyi olduğumu zirve yaptığımı ve iniyor olduğumu söyledim. Bir çay molası veriyim derken , itiş kakışlarla uyandım.

Zirvede mutluluğumu yaşarken

Baş ağrısı ve mide bulantısından uyuya kalmışım ve beni Bursalı ekipten birileri uyandırdı. Tekrar kendime gelip aşağı inmeye başladım. Aşağı inerken Bursalı Ömer hocayla iyi hasbihaller ettik. O sırada artık hava ısınmıştı ve aşağı iniyor olduğum için de iyice sıcaklamıştım. Aşağı inerken havanın ertesi günler kötüleşeceğini öğrendim. O sırada da Tdf ekibi dağa gelmişti. Bazıları ile karşılaştım. Biraz sohbet ettik ve beni kutladılar. Öğlen saat 3 gibi varabildim çadıra. Bora kendine gelmişti. Beni kutladı, ben de yolculuğumu anlattım ona. Biraz konuştuktan sonra onun daha dağa gelmeyeceğini düşündüğüm ve bundan çok korktuğum ve üzüldüğümü söyleyince o da bana yok be Kaçkar’a falan gelicem dağcılığı bırakmadım dedi ve gönlüme su serpti. Onun iyi olması, dağcılığı bırakmaması, ayakkabımı çıkarıp uzanmam, sıcak bir mekan ve zirve yapıp sağ salim çadırıma varabilmiş olmamın verdiği huzurla bayılmışım.

14 Şubat ( 3200m Kamp alanı – Doğubeyazıt )

Ne yemek yedim ne de su içtim, sadece uyumuşum ve sabah kalkabildim. 13 saat gibi bir süre uyumuşum. Uyandığımda çantamın ayakkabıların sağda solda olduğunu ve gece kar yağdığını fark ettim. Biraz endişeliydim çünkü öğle vakti kar artacakmış ve eğer hemen toplanıp gitmezsek artan kar yağışından dolayı aşağı inişimiz çok zorlaşabilirdi. Hemen bir şeyler yiyip çantaları topladık. Gün aymıştı, çadırı da topladıktan sonra kar yağışı altında yürümeye başladık. Ağlayarak çıktığımız yok aşağı inerken çok daha kolay geliyordu. Üç saat yürüdükten sonra karların arasında göründü Cuma abi. Onu görünce o kadar mutlu olmuştuk ki. Artık bitmişti. Bize bir video çekti ve 2025 yılında Ağrı Dağı’na ilk bizim çıktığımızı söyledi. Çok heyecanlandım ve anlatmaya başladım. O sırada Bursalı ekip geldi ve hep beraber fotoğraflar çekildik. Onlar ise bir ay önce kendi arkadaşlarının çıktığını ve 2025 yılının ilk çıkışını bizim yapmadığımızı söyleyince hevesim yine kursağımda kaldı. Yeterince hoşbeşleyip vakit geçirdikten sonra çantaları yükledik arabaya ve Ağrı günahlarımızı çıkaracağımız hamamın yolunu tuttuk. ( Bu arada hedeflediğimizden hızlı bitince faaliyet bir günlük boşluğumuz oldu ve Cuma abiden rica ettim onun evinde kalabilir miyiz diye ve bize evini açtı)

Bora botunu dışarda bırakınca botunun bağcığı donmuş

3200 kampında son fotoğrafımız

Dönüş yolunda Bursa ekibinden yolda karşılaştığımız eski Tdf başkanı ile denk geldik ve hasbihal eyledik. Durumumuzdan dolayı bizi çok haybeye işler yapan insanlar bellemişti. Ona kendimizi açıklamak gibi bir gayretim yoktu ama sohbet arasında malzememiz ve biraz tecrübemiz olduğunu ve birazcık da olsa canımızı yolda bulmadığımızı anlamıştır diye umuyorum. Laf lafı açınca kendisi zirvede yaşadıklarımıza dair 11 kişinin ipe girmesinin hiç doğru olmadığını, çok tehlikeli olduğunu söyledi. Bu sohbete kadar kendilerine çok minnettar olduğum Bursa ekibine hala minnettarım ancak hayatımı da riske atmışım aslında onlarla ipe girerek, üstelik kendi başıma zirve denememin risk olduğuna beni inandırıp ( muhakkak belli ölçülerde) sonrasında beni daha çok riske sokmaları dikkat çekilmesi gereken bir konu diye düşünüyorum. Neyseki hiç zarar gören olmadı ve tabi ki o stres anında herkes doğru kararlar veremeyebiliyor. Ancak ne olursa olsun hepsine çok minnettarım ve tanıştığımıza da memnunum.

Dönüş sabahı hava bozdu, kar başladı

Cuma abi bizi hamama getirdi ( Has agalar )

Hamama gidip günahlarımızdan arınırken , bu arada baya iyi bir hamamdı adı da saray hamamı, Bora’nın çıkamayışı, Bursa ekibi ile yaşadıklarım vs kafamı dolduruyordu. Zirve yapmıştım ancak ne ölçüde tatmin olmuştum pek idrakında değildim. İlk günler her şey kolay ve uygun görünürken son gün gerçekten zorlanmıştık. Ta en başından zaten iyi ekipman gerektiğini vs biliyorduk ancak biz de keyfimize la sportivaları ve kaz tüğü montları almadık değil , paramız yoktu ama dağa çıkmak istiyorduk nitekim azbuz başardık. Bora’nın yol boyunca yaşadıkları beni bir süre dağlarda partnersiz kalacağım konusunda korkuttu ama neyseki yaz faaliyetlerine devam edeceğimizi de söyleyerek yüreğime su serpti. Muhammet’in attığı taş artık hedefini vurmuştu, biz çok enteresan bir yolculuk yaşamıştık ve 5000m üzerinde çok çetin şartlarda günler geçirerek tecrübemizi arttırmıştık. Üçüncü doğu ekspedisyonu biterken tabiki de aklımızda dördüncü ve belki de son belki de son olmayan ekspedisyon vardı. Kaçkar, Kazbek, Elbruz…

Değerlendirmeler ve Notlar ( Çağatay Gödek raporlarından esinlenilmiştir )

  • Elimizden geldiğince planlı programlı olmaya çalışsak da yol üzerinde bir sürü plan dışı şeyler yaşandı ancak artık bu rapordan sonra deneyecek olanlar bunları göz önünde bulundurabilir ve daha planlı programlı olabilir.
  • Eğer kar durumunun fazla olması durumunda dağa yapılacak yaklaşım çok zaman alabilir ve katılımcıları harap edebilir.
  • Olabildiğince az eşya alınması önerilir ancak teknik malzeme konusunda bir eminliğim yok yine yanımıza aldık ancak kullanmadık. Buz vidası iş yapabilir ancak bu şahsi insiyatife kalmış bir durum, tecrübeli insanlar bile buz vidası kullanmadı.
  • İnsanların söylediği kadar kaz tüyü mont, la sportiva ayakkabı olmadan da bu faaliyet yapılabiliyor ancak gerekirse de bunlar katırcılardan ve rehberlerden temin edilebiliyor.
  • Muhammet Ali Doğan’a, Cuma Saltık’a ve Bursalı dağcılara çokça teşekkürler.
  • Ayak ve el ısı pedi muhakkak alınmalı.
  • Hava süperdi ancak bu haliyle bile çok zor bir faaliyetti eğer biraz rüzgar bile olsaydı işler çok zor olabilirdi.
  • Beni fiziksel ve mental olarak en zorlayan faaliyet olmasına rağmen şuan düşününce yine de uygun şartlarda o kadar imkansız ve kafada büyütülecek kadar bir faaliyet değil.
  • Cam buz kısmında eğer tehlike hissedilir ise direkt buz vidası kullanarak güvenlik noktası oluşturulabilir ve rahatça zirve yapılabilir.
  • Ana yemek seti dışında ikinci bir set önerilir, kar eritme süresini ve yemek işlerini çok kolaylaştırıyor.
  • Hava kontrolü sürekli yapılmalı eğer hava bozarsa riske atılmadan geri dönülmeli.

Dağlarda daha çok BÜDAK’’lı görmek dileğiyle,
Sevgiler.
Ali Umut Usta


0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir