Katılımcılar:

Eskiler: Barış BAŞMAK, Fatih MAYTALMAN, Kayacan VESEK, Görkem BİLENOĞLU, Ömer PURAL, Mustafa AKAR, Naci Emre KILIÇ, Emre Gökgöz, Emmi, Cemal ÇİMEN

Yeniler: Begüm YİVLİ, Alperen BIRÇAK, Ahmet Emre ŞAFAK, Sevdenur ARSLAN, Ömer ARSLAN, Neva ÖZGÜR, Hakan Ak, Abdurrahman DİLMAÇ, Yağız GENÇER, İremsu ÇİL, Selin DİNGEÇ, Ahmet Zahit AK, Bilge Beyza TAŞKIN, Barış SEVEN, Ekrem BAL, Selim PAMUKÇU, Atilla TÜRKMEN

25 Ekim Cuma akşamı saat 19.00’da herkes çadır alışverişini yapmış, eşya dağıtımı için kulüp odasında toplanmıştı. Dakikalar ilerledikçe havadaki tatlı telaş kokusu da artıyordu. Kulüp ile beraber ilk defa kampa giden arkadaşlarımızın gözlerinde heyacanlı, önceden zirve yapmış ve tekrar aynı hazzı yaşamak isteynelerin gözlerinde ise ışıltılı başkışlar vardı. Saatler 21.30’u gösterirken eşyalar dağıtılmış, son kontroller yapılmış, ve son sigaralar içilmişti ve Aladağlar’a yolculuk başlamıştı. Şafak sökmüş Aksaray’a yaklaşmıştık. Aksaray’a varır varmaz ilk iş çorbacının kapısını çalmak olmuştu , birer kase çorba içildi, yetmedi ikinci çorbalar da içildi. Sıcak çorba sonrası haliyle herkesin yüzünde tebessümler filizlenmişti. Uzun ve yorucu bir yolculuk sonrasında saat 11.30 sularında dağ evine ulaşmıştık. Saatler süren yolculuk sonrasında Aladağlar’ın etekleri bizi şefkatiyle karşılamıştı. Otobüsten iner inmez tüm vucüdümuzu kaplayan güneşin anaç sıcaklığı hepimize çok iyi gelmişti. Dağ evinde tüm ihtiyaçlar giderilmiş ve kamp alanına doğru yürüyüş başlamıştı. İki saat boyunca traktör yolu diye tabir ettiğimiz yolda yürüdükten sonra kamp alanına ulaşmıştık. Çantalarımızı indirip kısa soluklanma sürecinden hemen sonra çadırlarımızı kurmaya başladık.

Kamp kurduğumuz alandan zirveler ve vadiler daha net görünüyordu. Uzaktan görülen zirveler, yüce ve bilge duruşlarıyla sizi esir ediyor, bakışları hep üzerlerinde tutuyordu. Bakışları üzerine çekmekte bir o kadar başarılı olan ikinci varlık bizi gelir gelmez mutlulukla karşılayan kar beyazı bir köpekti. Bir çok isim verildi bu güzel köpeğe, lakin ben ona en çok ‘’Kardelen’’ ismini yakıştırdım.

 

Kardelen çadırları geziyor, herkesten biraz sevgi topluyor, zaman zaman kulaklarını kabartıyor ve duyamadığımız varlıklara havlıyordu. Bu sırada herkes çadırlarını kurmuş ve yürüyüşe hazırlanmıştı (Kardelen dahil). Narpuz Vadisi’ne giriş yapmış ve bizi hakir gören ulu kaya duvarları arasında ikinci Narpuz girşine kadar yürümüştük. Hava güneşli ve ılıktı. İkinci Narpuz girişinde biraz soluklanıp, kamp alanına başka bir yoldan geri gelmiştik. Bu yürüyüşlerde ağır yükümüzün olmaması ve yolun çok uzun olmayışı, fazla mola gereksinimi hissettirmemişti bize.

Kampa döndükten sonra, çadırlarda yemek telaşı başlamıştı. Her çadırdan farklı farklı yemek kokuları geliyordu. Hayatın her alanında cesur olan çadırbaşları elbet mutfakta da cesurdular ve dünyaya muhteşem yeni lezzetler armağan ederken hep cömert oldular. Yemekler yendi ve ardından çay, kahve, muhabbet zamanı geldi. Geceyi kafa lambaları aydınlatıyor, kafa lambalarından çıkan ışık hüzmelerinde tüten çayların ve kahvelerin dumanları görülüyordu. Gecede inleyen kahkahalar dakikalar geçtikce azalıyordu. Ertesi gün çok erken saatlerde zirve yapcak arkadaşlarımız saat 20.00’de uyku tulumlarına girmeye başlamıştı. Zirve yapmayacaklar olanlar olarak Emmi’nin başında daire oluşturmuş oyun oynamaya devam ediyorduk. Bu fasıl 23.00’e kadar devam etmişti ve gece 23.30’da herkes ağır bedenlerini İsmail teslimiyetiyle uykuya bırakmıştı. Sabah 07.30’da hepimiz çadırlarımızdan çıkmıştık matlarımızla daire oluşturup hep braber kahvaltı hazırlıklarına başlamıştık (o sırada zirve yolunda olan arkadaşlarımız hariç). Emre Gökgöz’ün haleti ruhiyemizi yükselten şarkıları eşliğinde herkes karnını doyurmuş evvelsi gün yaplan yürüyüşe göre nispeten daha uzun sürecek yürüyüşe hazırlanmıştı. Yağmurluklarımızı giymiştik çünkü hava her an bozabilirdi ve yağmur boşanabilirdi. 09.40’da Karayalak Vadisi’ne doğru Emmi ve Emre liderliğinde yürümeye başlamıştık. Yaklaşık 2 saat süren yürüyüş ardından mola veriyor ardından yola koyuluyorduk. Bu süreçte bedenlerimize yorgunluk yavş yavaş zerk ediyordu. İlk molamızı vadi girişinde yumruk büyüklüğündeki taşların oluşturduğu bir yamaçta vermişitk. Molalarda içilen sular ve yenen atıştırmalıklar bitkin çehreleri canlandırıyor yorgunluk kavramını beyinlerden siliyordu.

Moladan sonra tekrar yola koyulmuştuk çok hızlı ilerlemiyorduk ancak atılan tüm adımlar kararlı ve bilinçli atılıyordu. Bir vakitten beri toplanmış ve güneşi bizden esirgemiş bulutlar ara ara yağmur bırakıyordu. Yürüyüş boyunca eşsiz manzaralar bize eşlik ediyordu. Zaman zaman kafamızı kaldırıp manzaraya bakıyor güzelliği karşısında mest oluyor kendimzin bu evrendeki yerini düşünüyorduk. Koca evrende küçük bir zerre olduğumuzu hayretler içersinde tekrar kabulleniyor yürümeye devam ediyorduk. Yükseldikçe bulutlar ve sis görüş alanımzı kısıtlamaya başlamıştı. Rakımın 2500 m dolaylarında olduğu yükseklikte yağmur yerini aniden kara bırakmıştı. Bu durum herkeset tarafından farklı bir şekilde yorumlanıyordu. Kimi zaten çok yorgunken bir de bu kar çıktı başımıza diyor kimi yıllardır görmediği karın verdiği mutluluktan bahsediyordu. Gurup yavaşlamıştı, yüzlerimizden yorgun olduğumuz kolayca okunabiliyordu. Emmi’nin kararıyla mola vermek için kayalıkların kenarna oturmuş yorgunluğu üzerimizden atamaya çalışırken bir yandan da yılın ilk karının üstümüze usulca konmasını izliyorduk. Tam mola bitecek yürüyüşe başlaycaktık ki Görkem’i ve Barış’ı gördük. Zirvelerini olumsuz hava koşullarından dolayı tamamlayamamışlar üstüne üstlük bir termosu Aladağların karanlık ve dipsiz derinliklerine düşürmüşlerdi. Taziyelerimizi ilettikten sonra yürüyüşe devam etmek istemeyen arkadaşlarımız Görkem ve Barış’a katılarak kamp alanına geri döndüler. Kalan sağlar bizimdir diyerek karlı havada yürümeye aynı zamanda yükselmeye devam ediyorduk. Kar hızlanmış, sis artmıştı.

2900 m dolaylarında karlar içinde kalmış bir kamp alanında yürüyüşümüzü bitirecektik lakin 3000 m’ye bu kadar yaklaşıp çıkmamak olmaz diye düşünen arkadaşlarımız vardı. Emmi ve bu ardaşlar bir 100 m kadar daha yükseldiler. 4 kişi onları beklemeye koyulmuştuk bir zaman sonra sis o kadar artmıştı ki görüş mesafesi 30-50 m’nin altına inmişt. Neyseki sorunsuz bir şekilde (telsiz ve ıslık yardımı ile) geri geldiler ve kamp alanına doğru oldukça hızlı bir iniş başladı. Çıkarken soluk soluğa kaldığımız yamaçları bir ceylan edasıyla seke seke iniyorduk. İnişte yalnızca bir mola verdik ve saat 15.00’te ıslanmış bir şekilde kendimizi kamp alanına attık. Dışarıda hiç dinmeyeceğini düşündüğümüz yağmur yağıyor, herkes çadırında vakit öldürüyordu. Bazımız biraz şekerliyor bazımız kitap okuyor bazımız sohbet ediyordu. Saat 18.00 olduğunda akşam yemeği için dışarıya çıkmıştım. İkinci zirve grubunun (Cemal, Naci Emre, Ömer Pural, Mustafa ve Kardelen) başarılı bir şekilde zirvelerini tamamaladıklarını ve zirve pastırmasının yarısını da Kardelenin yediğini duydum. Çadırıma döndüm ve akşam yemeğinin pişmesini beklemeye koyuldum. Bu sırada düzenli iletişim akışı olmayan üçüncü zirve ekibi (Kayacan ve Fatih) ile iletişim kurama çabası içersindeydik. Yemeklerimizi yemiştik ardından üçüncü zirve ekibinin iyi oldukları ve en geç 3 saat sonra aramızda olacakları haberini almıştık. Artık içimiz rahattı ve akşam yemeği sonrası muhabbeteleri başlamıştı. İlk gece olduğu gibi yine çaylar, kahveler, kahkahalar aralıksız devam ediyordu. Üçüncü zirve grubu tahmin edilen saatte kamp alanına gelmişlerdi. Dinlendikten ve ihtiyaçlarını giderdikten sonra onlar da güzel BÜDAK ailesinin sıcaklığında kendilerini geceye bırakmışlardı. Saat 23.00’e kadar süren bu muhabbetlerde türlü konular konuşuldu. Türlü korkular, türlü kötülükler, türlü utançlar ortalığa pazar sergisi gibi açılmıştı. Saat 23.30’da çoğu kişi uyku için çadırlarındaydı. Ara ara yağmurlu geçen geceden sabaha sadece sisli bir hava kalmıştı. Sabah 08.00’de uyanıp kahvaltılarımızı hazırlamaya başladık. Saat 10.00’da tekrar dağ evine doğru yürüyeceğimiz bir yol bizi bekliyordu. Herkes kahvaltısını yaptı ve toparlanmaya başladı. Çantalar hazırlandı eşyalar kontrol edildi. Kafalarımızı kaşımamıza neden olan yegane problem çadırlarımızın ıslak olmasıydı. O durumda yapabileceğimiz çok da bir şey yoktu bunu bildiğimiz için elimizden geldiğince çadırlarımızı kurutmaya ve çamurdan arındırmaya çalıştık. Son olarak arkamıza Aladağlar’ı alarak bir kulüp fotoğrafı çekindik.

Artık bize anne şefkatiyle kucak açmış kamp süresince bizi koynunda uyutmuş bu doğal güzelliğe veda etme zamanı gelmişti. Son bir kez tüm saygımızla teşekkür edercesine baktık ve dağ evine doğru yürümeye başladık. Yaklaşık 1,5 saat kadar yürüyüp dağ evine ulaştık (Kardelen dahil). 26 Ekim sabahı bizi orada bırakan Yavuz Abi bizi yine oradan almak için bekliyordu. Hamamda ihtiyaç duyacağımız bütün eşyaları yanımıza almıştık ve geri kalan tüm eşyalarımzı otobüse yerleştirmeye başlamıştık. Bu sırada bizi gören Demirkazık Köyü sakinlerinden ihtiyarca bir amca bize elmalarını satmak için yanaştı. Bir müddet elma alışverişinin bitmesini bekledik. Alışveriş bittikten sonra otobüse yerleştik ve 1-2 saat sonra Paşa Hamamı’na ulaştık (Kardelen hariç onu en son dağ evinde gördük ne yazık bize). Temizliğin ve rahatlamanın doruğuna ulaşıncaya dek herkes hamamda zaman geçirdi. Gazozlarımızı yudumladık ve hamam faslını kapattık sıra yemek faslındaydı. Yemeklerimizi aşkla yiyorduk. Açlığın yerini tokluk dolduruyordu. Masalarda büyük bir sükut vardı çünkü bu hazzı hiçkimse konuşarak bölmek istemiyor, herkes sessizce kendi içersinde yaşamak istiyordu. Yemekler yendi ve İstanbul’a doğru yola koyulduk. İstanbul’a geldiğimizde saat 04.00’tü. Kulüp odasına geldik ve hummalı bir çadır temizleme işine koyulduk. Herkes çadırlarını tekrar açtı ve kıvama gelene kadar kuruttu, temizledi. Saat 06.00’da herkes çadırını teslim etmiş ve evlerine doğru yola çıkmıştı.

İlk sonbahar kampımdı ve çok güzel geçti. BÜDAK ailesine, Paşa Hamamı’na, Mehmet oğlu İskender Efendiye (İskender kebabın mucidi) sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Selim Pamukçu

 

KDK Batı Yüzü – 27 Ekim 2019

Ekip: Fatih Maytalman, Kayacan Vesek

Malzeme: 70m tam ip, 1 takoz seti. 1 frien seti, birkaç sikke, perlonlar

 

Yine bir sonbahar kampı yaklaşırken zirve arayışlarına girdik. Geleneksel tırmanışa karşı duyduğum güvensiz zaafla bir senedir gözüme kestirdiğim 2 seçeneğe indirdik: Küçük Demirkazık Batı Yüzü Rotası ve Büyük Demirkazık Doğu Sırtı Rotası. Tırmanış partnerim, evimin direği, büyük dağcı ve dostum Kayacan’la rotaları incelemeye başladık. Varoluş sancılarımıza en iyi gelecek şeyin bir dağ gezisi olduğu konusunda hemfikirdik. Bizi zorlayacak ama öldürmeyecek rotalar tırmanmak istiyorduk. BDK Doğu Sırtı Rotasının uzun ve bu mevsimde fazla riskli görünmesinden dolayı KDK Batı Yüzü’ne tırmanmaya karar verdik.

Hafta boyunca hava raporları oldukça iyiydi. Tırmanışı yapacağımız gün dahil 7-8 gün yağışsız ve güneşli görünüyordu. Yine de son kararımızı dağa gidince son hava ve kar durumuna göre verecektik.

Kamp yerimiz olan 26 Ekim günü Sokullupınar’a ulaştık. Yol boyunca KDK batı yüzünü izleme şansımız oldu ve hiç kar görünmüyor. Kampta zirve öncesi hava raporlarında tırmanış günü öğlen 1’den sonra zirvede 2 santim kar gösteriyordu ve bunun bizi rahatsız etmeyeceğini, o saate kadar zaten tırmanışı bitirip dönüşe başlayacağımızı konuştuk. Tırmanışa başlarken havanın aydınlık olmasını istediğimiz için 6.30’da rota dibinde olacak şekilde uyanacaktık. Akşam saat 10 olmadan uyumuştuk.

Sabah 4.00’te kalktık ve 4.35’te plandan 5 dakika sapma ile yola koyulduk. Sırtımızdaki ağır sayılabilecek çantalarımız arpalık’a doğru araba yolunu takip ettik. Arpalık’a yaklaşırken bir kaç kafa lambası ışığı görmeye başladık. Bölgeye vardığımızda 6-7 dağcıının çadırlarından çıkmaya başlayıp yola çıkmak için son hazırlıklarını yapmaya başladıklarını fark ettik. Tanışıp birbirlerimizin planlarını öğrendik. Onlar KDKyı apışkar vadisinden klasik rotasından zirve yapmayı planlıyordu. Biz de apışkara girmeden sola sapıp sırt hattına gireceğimiz için yola beraber çıkmanın mantıklı olacağını düşündük. Beraber ilerledikten sonra apışkar vardisinin girişinde onlardan ayrıldık. Başta çarşaklar yerine kayaları tercih ederek zevkli ve basit tırmanış etaplarını geçiyorduk, okuduğumuz raporlara göre biraz daha soldan gitmemiz gerekiyordu. Biz de olabildiğince sola geçmeye çalışsak da kolay ve çıkılabilir yerleri seçtiğimizden rotaya göre biraz sağda kaldık ve hiçbir zaman rotada olduğumuzu hissedemedik diyebiliriz.

 

Çıkış boyunca gözümüz sikke, perlon arıyordu fakat karşılaşamıyorduk, Bir süre daha yükseldikten sonra 2800 civarlarında bir yarıktan yükselirken bir tane sikke gördük. Bu sikke bizi çok motive etti diyebilirim, en azından rotadan çok uzaklaşmadığımızın bir işaretiydi. Zaman zaman dik baca etaplarıyla karşılaştık. Oldukça keyifli tırmanışlar ile buraları ip açmadan geçtik. Raporlarda bahsedilen ip inişi yerini ararken çentiğin hemen yanına gelmiştik. Hafif bir yan geçişle 10.30’da çentiğe ulaşmıştık. Buraya oldukça hızlı ve pek zorlanmadan ulaştık, keyifler yerindeydi. Çentikte 15 santim uzunluğunda 1 santim kadar kar vardı, fırsattan yararlanıp şaka amacıyla ‘Slab Üstü Toz Kar-Best Horror Movie in 2019’ yazısıyla fotoğraf paylaştım :).

Çentikte kısa bir molanın ardından alçalıp bele bağlanan slablerden tırmanışa başladık. İlk etaplar dikti ve boşluk hissi veriyordu. Slabin ortalarında çok hafif kar yağmaya başladı ama geçiş gibiydi. Kar taneleri zar zor seçiliyordu. Slab tırmanışı da bittikten sonra bele 11.30’da ulaştık. Buraya kadar soluklanma molaları haricinde mola vermediğimiz için 10 dakika mola verdik. Tam mola verdiğimiz anda birden tipi başladı. Kayacan’a ‘İşler çirkinleşmeye başladı farkında mısın?’ dedim. Kayacan onaylar şekilde başını salladı. Daha fazla çirkinleşmeden zirveye ulaşıp klasik rotadan güvenli bir şekilde inecektik. Mola verdiğimiz 10 dakika içinde görebildiğimiz her yer karla kaplanmıştı ve yoğun bir sis vardı. Burdan sonrası sırttan gittiği için rotayı seçmekte zorlanmıyorduk. Lakin artık rotamız tamamen slab üstü toz kar olmuştu, artık gerçek bir korku filmindeydik. Geldiğimiz yol ve gidebileceğimiz yol slab üstü toz kardı tamamen. Sırta yükselemedik 30 dakika boyunca. Hiç yükselemedik, 5 metre etmez. Farklı yollar aramaya başladık. Zirvenin apışkara bakan yüzüne geçip yükselmeye başladık. Bazen dizlerimizi, dirseklerimizi koyarak, bazen birbirimizi kıçımızdan iterek, bazen bileğimize doladığımız perlonlarla yukarı çekerek/çekilerek yükseldik. Bir yerde yükselememeye başladık yeniden. Ben slabde içi kar dolu 2 monodan yan geçiş yaparak(6A boulder) bir yarığa tek bacağımı soktum. Kayacan’a bir ucunu bileğime doladığım perlonu attım. Yanıma çekmeye çalıştım ama bu anlamsız çaba en ufak hatada ikimizi de çok kötü durumlara sokabilirdi. Birkaç denemeden sonra bunun mantıklı olmadığına karar verdik ve aynı yan geçişle geri indik. Yükselemediğimize karar verdik.

 

Bu olayların gerçekleştiği yerin hemen yanında oldukça geniş, büyük bir mağara vardı. Durumumuzu konuşmak için mağaraya girdik. Saatlerimiz 13:15i gösteriyordu, Kayacan’a ne yapsak yardım mı çağırsak dedim. Bir önceki seneden gelen tecrübesiyle şu cevabı verdi -Bugün gelmezler abi, yarın da gelemeyebilirler-. O zaman inişten başka bir seçeneğimiz kalmamıştı. Morallerimiz çökmüştü, buna karşın ikimiz de birbirimizi yaparız ederiz şeklinde motive etmeye çalışıyorduk. Son çıktığımız birkaç seti kar yağışından sonra çıktığımız için aynı şekilde inmeyi başardık, telefonun çektiği sırt hattına vardık. Haber verme amaçlı YK grubuna ses kaydı yollayarak durumumuzdan ve inmeye çalıştığımızdan biraz iyimser bir şekilde bahsettik.

Bu sırada kar yağışı durmuyordu ve sis yüzünden 30 metre ilersini göremiyorduk. İnişe geçtik adımlarımızı aşırı dikkatli atıyorduk ve bir yoldan gitmeye karar vermeden önce 10 kere düşünüyorduk. Geçtiğimiz her yer karla kaplandığı için geldiğimiz yolu seçmek de zorlaşmıştı. Çoğu yeri kaymamak için otura otura iniyorduk ve bu yerle temasımız ıslanmamıza ve üşümemize de yol açıyordu. Bazı yerlerde denediğimiz yönün zorlu çıkması üzerine geri dönüp diğer yönleri denemek zorunda kalıyorduk, bu şekilde risk faktörünü minimize etmeye çalışıyorduk(yine de hepsi oldukça riskli ve kaygandı). Hata yapmamak için yaptığımız bu hareketler oldukça yavaş hareket etmemize neden oluyordu. Çentiğe varmadan önce direk aşağıya doğru yol alıp Apışkar’a bağlanabilir miyiz diye düşündük, fakat sis yüzünden hiçbir yer belli olmuyordu, inişin çoğunu göremiyorduk. Geldiğimiz yoldan sapmamaya karar verip çentiğe vardık. Çentiğe vardığımızda diğerlerine tekrardan haber verdik.

 

Çentiğe yaklaşırken kar iyice azalmıştı. Umudumuz burdan sonra bu çirkin durumunun azalarak bitmesiydi. Batı yüzüne çıkınca beklentilerimiz tamamen ters çıkmıştı. Kar her tarafı kaplamış ve sis görüş mesafesini 20 metreye kadar düşürmüştü. O anda Kayacan’la aramızda yine epik bir konuşma gerçekleşti: ‘Gün bugündür, öğrendiğimiz bütün teknik bilgileri ve tecrübemizi kullanacağız.’. Bu konuşmalar bizi hem gaza getiriyor hem de güldürüyordu. Geldiğimiz yerden inmeye çalışıyorduk yine ama bir noktadan sonra dağın batı yüzünde tamamen kaybolmuştuk. Güvenli bir şekilde irtifa kaybetmeye çalışıyorduk. Artık güvenli inemeyeceğimiz bir yere gelmiştik ve güvensiz bir kaya babasından perlon geçirip ip inişi yaptık. İnişin sonunda kayada bir perlon bulduk, demek ki o kadar da anlamsız bir yerde değildik. Bu durum bizi mutlu etmişti, hemen oradan bir ip inişi daha yaptık. Biraz yürüdükten sonra yine ip açtık. Burada kullandığımız istasyonumsu şey hayatımda bir daha görmek istemeyeceğim türden bir şeydi ama gidebileceğimiz başka bir yol olmadığı için inmiş bulunduk. Arada kamptakilere haber vermek için telefonu açtığımızda 1.30 saat geçtiğini gördük ve biz sadece 150 metre kadar inebilmiştik son bir buçuk saatte. Saat 3.30’a gelmişti, 11.30’dan itibaren sürekli sis içindeydik ve moraller giderek azalıyordu. Kayacan’ın ‘Yaparız, oo kolaymış buralar’ gazlarıyla inmeye devam ettik. Bir yarıkta uzun bir çarşaktaydık, en azından otura otura arada düşerek inebiliyorduk.Saat 17.50’de, 6 saat sonra, sis biraz açıldı ve nerede olduğumuzu anladık. İneceğimiz vadiyi ve yolumuzu görebiliyorduk. İnişe sağlıklı bir tempoda devam ettik, hava 18.30 civarında karardı. Kafa fenerleriyle sağlı sollu yollar arayarak rahat bir şekilde vadi tabanına ulaşmıştık, 19.00. Artık güvendeydik. Patikaya ulaştığımız anda o anın coşkusuyla bir Yeşilçam filmi gibi sırt çantalarımızla yavaşça koşarak Kayacan’la birbirimize sarıldık. Birer elma yedik, Arpalıktan geçip Sokullupınar’a ulaştık, 20.15. Kampta bizi çay, sıcak çorba ve yemek bekliyordu.

Tüm gerginliklere, tersliklere rağmen son derece keyifli bir tırmanış oldu. Kendimizce dersler çıkardık. Bu tırmanışta partnerin ne kadar önemli olduğunu öğrenmiş olduk, teşekkürler Kayacan, ‘Yaparız abiii!’. Bir teşekkür de ses kayıtlarımıza hızlıca cevap verip moralimizi yüksek tutan sevgili dostlarımıza, eyv moruklar.

 

*Bu yazı Fatih Maytalman’ın ağzından Kayacan Vesek ve Fatih Maytalman tarafından yazılmıştır.

 

27 Ekim Pazar | Bozkaya Zirve

Katılımcılar: Naci Emre Kılıç, Ömer Pural, Mustafa Akar, Cemal Çimen, Boz.

Malzeme: Kazma, (İp ve krampon yanımızda vardı ama kullanmaya ihtiyacımız olmadı)

Süre: 12 saat

 

Pazartesi saat 9 civarında çantalarımızı hazırlayıp çadırlarımıza dağıldık. Gece 2’de kalkış 3’de yola çıkış olarak planladık. Saat 2’de uyanıp hızlıca kahvaltı yapıp su kaynatıp planladığımız gibi saat 3’de yola çıktık. Kamp alanındaki köpek (Boz) bizimle beraber yola koyuldu. Rehberimiz olarak 2018 yılından Ramazan Bozkurt’a ait gps verisi vardı. Onların Emler- Hürtepe-Bozkaya olarak ilerledikleri yolu tersten yapmayı planlıyorduk.

Hava şartlarının gayet güzel olduğu bir geceydi. İlk molamızı Kör Boğaz girişinde saat 5 civarında verdik. Karanlık bir gece olmasından dolayı navigasyondan bakarak boğaza girmek biraz zaman kaybettirdi. Kör Boğazı hayli rahat bir şekilde çıkmaya başladık. Sık sık navigasyondan konumumuzu teyit ederek ilerledik. Kör boğazın sonundaki son çarşağı çıkarken zorlandık ve sonlarına doğru kar başladı. İnerken aydınlıkta fark ettik ki olabilecek en zor şekilde çıkışız. Çünkü geniş bir boğaz tamamı ortalama bir çarşak olan yürüyerek çıkılacak geçidin en sağından sert eğimi yüksek kısımdan çıkmışız. Burayı çıkarken de hafif rüzgarla başlayan karda işleri keyiflendirdi. Sonlarına doğru düşmesine sebep olduğum yumruk büyüklüğündeki kaya ardımdan gelen Mustafa’nın kaskına çarptı. (Kask hayat kurtarır). İnerken gördüğümüz üzere aslında çok daha rahat çıkılabilecek genişlikte ve yumuşaklıkta bir çarşak fakat ay ışığının olmaması daha kolay olanı bulmamızı engelledi. Aslında biz çıkarken gelemeyip geride bekleyen Boz’un 2 3 dakika sonra yanımıza gelmesinden anlamamız gerekiyordu bir yerlerde daha kolay yol olduğunu.

 

Kör boğazın sonuna geldiğimizde şafak yavaştan sökmeye başlamıştı. Yine navigasyona bakarak Bozkaya’ya yöneldik. Raporlarda da bahsi geçen slablere girdik. Eğimi çoğunlukla yürüyerek çıkmaya uygun ve slaplerin arası taş ve kumlardan oluştuğu için özellikle başlarda çıkışı rahat bir süreçti. Slablerin üzerinde toz kar olmasına rağmen tehlike arz eden bir durum görmediğimiz için yolumuza devam ettik. Görüş açısı çıkacağımız yeri görmek açısından geniş olmasına rağmen navigasyona uymaya çalışıyorduk fakat yine navigasyondan hayli sola sapmış ve yükselmiş olarak bulduk kendimizi. Bu durum yolculuğu olması gerekenden daha zor bir hale sokmuş olsa da çok solda kaldığımız için gördüğümüz manzaraya değen bir risk oldu.

Bulunduğumuz kısımda slablerin eğimi ve üzerindeki kar artmıştı ama sağa rotaya girmek içinde alçalmamız gerekecekti. O yüzden devam etme kararı aldık. Daha dikkatli bir şekilde zirvenin solunda kalan sırt tarafından sağa doğru yükseldik. Zirvenin hemen altındaki düzlüğe geçmek için yan geçiş yaptık. Bu yangeçiş riskli bir durum oluşturdu çünkü bir miktar kara basıp geçmek gerekiyordu ve nihai ortak karar geçmek yönünde oldu. Daha sonra zirveye yürüyerek ilerledik. Ve yine fark ettik ki eğer bu kadar sola doğru yönelmeseydik sağdan hiç slablere dokunmadan neredeyse patika sayılabilecek çarşak üzerinden çok rahatlıkla zirveye kadar çıkılabilir. Sürekli ardımızdan gelen boz zirveyi görünce önümüzden hızlıca zirveye vardı. 10.30 civarı zirvedeydik. İki noktada rotadan ayrılmış olmamız bizi yavaşlatmış ve yormuştu.

Zirvede hoş bir sohbet eşliğinde zirve çikolatamızı ve pastırmamızı yedik. Boz sadece pastırma ve kraker yedi. Daha sonra planladığımız üzere Hürtepe üzerinden Emler’e gidip gitmemeyi konuştuk. Kar yağmaya devam ediyordu ve Emler tarafındaki kar yoğunluğu gözümüzü korkutmuştu. Son karar olarak rotaya bakalım biraz ilerleyelim en azından ilerisi için öğrenmiş oluruz diye düşünerek Hürtepeye doğru ilerlemeye başladık. Kısa bir süre sonra geçmek için kramponlarımızı kullanmamız gereken çok kısa bir çıkış ile karşılaştık. Karın şiddetini artırması sebebi ile bu noktadan geri dönme kararı aldık. Slableri üstü kar ile iyice kaplandığı için zor ve uzun bir iniş oldu bizim için. Olabildiğince kum ve taş olan yerler bulup oralardan inerek alçalmaya çalıştık. Zaman zaman riskli olan bu iniş uzun sürdü. İnerken verdiğimiz molada Emler tarafında gelen gök gürlemeleri ile yeterince alçalana kadar mola vermemeye karar verdik. Aramızdaki mesafeyi artırdık ve kazmaları olabildiğince yere yakın tuttuk. İniş esnasında Boz ile Ömer arasında özel bir dostluk yaşandı. Bozun Ömer’in önünde olması Ömer’in slab üzerinde tehlikeye girmesine sebep oldu ama bu duruma onların dostluklarının mihenk taşı diyebiliriz. Kör boğazın tepesine vardık ve çıkarken ne kadar yanlış bir yolu tercih ettiğimiz ile yüzleştik.

Yavaş bir inişin ardından 4-5 civarında kamp alanına vardık. Son düzlükte şiddetli yağmurdan sırılsıklam olmuş şekilde çadırlarımıza girdik.

 

Çok büyük bir keyif ile geçen bu zirve yolculuğundan dolayı Emre’ye Ömer’e Mustafa’ya ve Boz’a teşekkür ediyorum.

 

 

 

Cemal Çimen

7.12.2019

 

 

Karasay-Eznevit Zirve Denemesi

 

Görkem’le önceki gün anlaştığımız gibi saat 3:15 gibi kalkıp beraber kahvaltı yaptık ve 4:15’te yola çıktık. Kısa bir süre mola verip hızlıca dağın eteğine ulaşmaya karar vermiştik. Planımız dağın eteğine ulaştığımızda uzun bir mola verip zirveleri tamamlayıp geri dönmekti.
Hava başlangıçta beklediğimizden çok daha iyiydi ve bu durum hızlı hareket edebilmemizi mümkün kıldı. Çok kısa süren birkaç üst değiştirme ve ihtiyaç molası dışında ilk 2 saati molasız yürüdük diyebiliriz. Bir ara çok hafif kar yağmaya başladı ve bu durum bizi hem mutlu etti hem de endişelendirdi çünkü toz karlı bir tırmanış etabıyla karşılaşabilirdik.Kapıyı biraz geçtikten sonra saat 6 gibi büyük bir kayanın arkasında 10 dakikalık bir yemek molası vermeye karar verdik. Bitiremediğim çok büyük havuç yüzünden mola 15 dakikaya uzadı ama planlanandan daha hızlı gittiğimiz için sorun etmedik. (İlk başta pacemaker bendim ve sanırım biraz gereksiz hızlı gitmişim.)

Yolun devamında vadinin dar kısımlarından geçtikten sonra baştaki hızlı tempomuzdan dolayı yorulmuştum ve biraz yavaşlamak zorunda kaldım. Pacemakerlığı Görkem’e bıraktım ve biraz daha yavaş ilerledik ama eteğe yaklaşık 1 saatimiz kalmıştı ki bu durumda hala planın ilerisindeydik. Eteğe ulaşırken gördük ki normalde 300m civarı olan çarşak karla kaplıydı.

30-40 dakika süren molada enerjimizi topladık ve 8-9 gibi tırmanışa başladık.
Önce kar üstünde bir süre yürüdük daha sonrasında ise yol dikleşti ve krampon takmak zorunda kaldık. Krampon taktıktan sonra bir süre ilerlediğimizde gördük ki kar bir hayli yumuşaktı. Belin 50m aşağısına kadar tırmandık ancak bu tırmanış sırasında dönüp dönmemiz gerektiğini tartışıyorduk. Bele son 50 metre kala Görkem’in termosunun düşmesiyle moralimiz bozuldu ve zirve için daha fazla riske girmemeye karar verdik böylece dönüşe başladık.

Eteğin altına ulaştığımızda bir yemek molası daha verdik ve zirveye götüremediğimiz pastırmamızı yedik. 10:30 gibi dönüş için harekete geçtik.

Bizim dönüşe geçmemizle Karasay ve Eznevit’in arkasından büyük bir bulutun gelmesi bir oldu ve hareket etmemizden 10-15 dk sonra etekte başlayan kar şiddetini artırdı. Bu yüzden Görkem’e ayrıca teşekkür ediyorum çünkü bana kalsa yola devam edebiliriz gibi geliyordu ama havanın daha da çok bozmasıyla doğru bir karar aldığımızı anladık. Daha sonrasında trekking ekibimizle karşılaştık ve yorunlara yardım etmek için onları yanımıza aldık. 12 civarı yağmur yağmaya başladı, biraz üşümemize neden oldu ancak hızlıca yolumuza devam ettik ve 2-2:30 gibi kampa vardık. Zirve yapamadığımız için üzgündük ama yolun ve dağların verdiği keyifle çadırlarımıza çekildik.

 

 

Barış Başmak


0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir