Ekip: Ali Umut Usta, Bora Turan, Muhammet Ali Doğan, Mustafa Akar 

Bu faaliyetin tohumları Bdk-Kdk faaliyeti dönüşünde atılmıştı. Muhammet’in sigarayı bırakması karşılığında bu maceraya katılacağımı söylemiştim ve gün gelip çatmıştı. Muhammet İstanbul’dan Van Erciş’e 600tl’ye Bla Bla bulmuştu ama kendisi ertesi gün başka arabayla gelmişti. Bora ve ben akşam saatlerinde bindik arabaya ve yaklaşık 30 saatlik bir yolculukla Türkiye’nin en doğusuna gelmiştik neredeyse. Şoförümüzün evinin bodrumunda kıvrılıp geceyi geçirdik. 

Süphan Faaliyeti

Normalde 19 Eylül’de Muhammet de bize katılacaktı ve Ağrı Doğubeyazıt’a gidecektik ancak Mustafa iş nedeniyle bir gün sonra geleceğini söyleyince, bir anda nur topu gibi boş bir günümüz oldu. Öyle olunca ne yapsak diye düşünürken acaba Süphan’a mı tırmansak bu boş günde acabaaa dedik. Muhammet’i getiren insanlar Süphan’a daha önce çıkmış ve beraber çıkmayı teklif etmişlerdi ama sonra vazgeçtiler. Hal böyle iken Süphan’a çıkmak şart olmuştu.  

Bir anda gelişen bu Süphan planı için kendimizi Van Erciş’ten Bitlis’in Adilcevaz adlı ilçesine giderken bulduk. Muhammet gelene kadar çantalarımızı orada bulduğumuz öğretmen evine bıraktık ve kaymakamlıktan izin alıp izni jandarmaya bıraktık. Biz Yıldız Köy’den tırmanışa başlayacağımızı söyledik ancak onlar bize genelde çıkışların Kışkıllı adlı Türkiye’nin en yüksek köyünden yapıldığını ve bizi saat 7:30da oraya öğretmenleri köye götüren servisin götürebileceğini söylediler. Onlara teşekkür edip ertesi gün için alışverişimizi yaptık ve Muhammet’i karşılamaya gittik. Buluştuktan sonra öğretmen evine gidip orada kendi tulumlarımızda uyuyup uyuyamayacağımızı sorduk. Bize bunun mümkün olmadığını ancak çantalarımızın kalabileceğini söylediler. Sonra yemek yedik ve bir çay ocağında çay içerken oradaki abi bize nerede kalacağımızı sordu. Bu sorunun cevabını bilmediğimizi öyle rastgele bir yerlerde uyuyacağımızı söyleyince olmaz öyle şey, gelin burada uyuyun dedi. Öğretmen evine gidip zirve çantalarımızı hazırladıktan sonra çay ocağına geri döndük ki bir de ne görelim, kahraman abimiz çay ocağını bize söylediği saatten önce kapatmış ve böylece sokakta kalmamız gerekmişti. Ne yapsak ne etsek diye kara kara düşünürken birileri gelip ne yaptığımızı sordu, anlattık ve bize camide kalmamızı önerdiler. Tam o sırada gün içerisinde çay ocağında tanıştığımız bir genç tofaşıyla gelip duruma el attı. O ve kuzeni bizi arabasına alarak sakın merak etmeyin biz halledeceğiz dediler ve bizi kendi petrol ofislerinin arkasındaki konteynır gibi bir yere götürdüler. Bir saat sohbet ettikten sonra bizi bırakıp gittiler biz de güzel bir uyku çektik. 

20 Eylül 

Sabah 6 gibi uyandık. Toplanıp servisin bizi alacağı yere gidecektik ki dün gece bizi kurtaran gençlerden birisi tofaşıyla gelip bizi direkt Adilcevaz merkezdeki okul servisin bizi alacağı yere götürdü. Kahvaltımızı yaptık ve servise bindik. Bir saatlik bir yolculuktan sonra Aydınlar köyüne geldik. Biz Kışkıllı’ya kadar gideceğimizi düşünüyorduk ki şoför bize yolların kötü olduğunu ve 500tl karşılığında bizi oraya götürebileceğini söyledi. Tabi ki de biz hallederiz deyip reddettik. Bulunduğumuz yerden Kışkıllı köyü 7km uzaklıktaydı ve yürümemiz halinde çok geç kalacağımızı fark edip, önünde araba olan evlerin kapılarını çalıp bizi yukarı atıp atamayacaklarını sormaya başladık ve ikinci soruşumuzda Suphi abimiz bizi güzel arabasıyla gidebileceği en üst noktaya bıraktı.

Yol üzerinde üç tane betonla etrafı kapatılmış su kaynağı vardı ve sularımızı doldurup 2200 metreden saat 9 gibi zirve denememize başladık. Belli bir süre taşlı bir araba yolundan yürüdük zaten üç tane su kaynağı da bu yol üzerindeydi. Zirve ve dağ net bir şekilde göründüğü için yolumuzu kolayca tayin edebiliyorduk ve wiciloc’tan da kayıt tutup arada yolumuza kayıtlı rotalara bakarak devam ediyorduk. Yaklaşık bir buçuk saat yürüdükten sonra 3000 metreye gelebilmiştik. Yol alırken su yolu olduğunu düşündüğümüz en ideal yoldan gittik belli bir süre. Etrafta enteresan volkanik taşlar belirmeye başlamıştı. Hava çok sıcak değildi ama çok yürüdüğümüz için terlemeye başlamıştık. Yürürken gaipten sesler gelmeye başladı. Kafamızı kaldırınca tepelerden birisinin bize seslendiğini gördük. Gördüğümüz kişi solo zirve yapmış ve dönmekte olan bir dağcıydı. Bize çıkarken sol taraftan çıkarsak daha rahat çıkacağımızı inerken de sağdan inersek daha kolay olacağını söyledi. Tavsiyesine kulak asıp yolumuza soldan devam ettik. 3400’e geldiğimizde sırta doğru çıkıp yükselmeye devam ettik. O esnada sırtta olduğumuz için rüzgar iyice etkisini arttırmıştı. Biz de biraz terliydik ve zatürre olmamak için üstümüze kuru kıyafetlerimizi giydik. 3800’e geldiğimizde ise önümüzde zirve olabilecek iki tane yükselti vardı. Bunlardan bir tanesinin bir sürü kırık kayadan oluşan zirve krateri olduğunu anladık ve saat iki gibi son tırmanışımıza başladık. Yükseltiden dolayı biraz mallamıştık. Hafif bir baş ağrısı ve sersemlik hali sarmıştı bizi ama yolumuza devam ediyorduk. Bir saatlik tırmanışın ardından kraterin üzerine çıkabildik ancak gördüğümüz manzara çok enteresandı. Bir sürü tepecikten oluşan kocaman bir alana gelmiştik. Ne bir zirve bayrağı ne de zirve olduğuna emin olduğumuz bir yükselti göremiyorduk. Sırayla zirve olabileceğini düşündüğümüz tepelere çıkmaya başladık. Bir iki üç derken zirveyi bulamıyorduk ve lanet olsun deyip en son çıktığımız tepeyi zirve kabul edip oturup molamızı verdik. Saat geç 15:40 olmuştu ve normalde bu saatte Kışkıllı köyünde olabilseydik bizi servis alacaktı ancak şimdiki durumda akşama kaldığımızı anlayıp zirvede çok durmadan inmeye başladık. (Sonradan öğrendik ki zirve bizim oturduğumuz tepenin karşısındaki tepeymiş)

Koca koca krater kayalarının üzerinden atlayarak inerken bir ara Muhammet’i göremez olduk. Seslendik ama ses de alamadık. Biraz endişelendik Bora’yla ama muhtemelen önümüze geçmiştir deyip yolumuza devam ettik ki öyleymiş. Dağ keçisi Muhammet’i çoktan krateri inmiş aşağıda yatarken bulduk. Saat 16:30 gibi krateri inmiş ve zirvenin sağından (inerken sol), daha kumlu olan yerden fıtı fıtı inmeye başlamıştık. Muhammet zaten birkaç gündür hafif hastaydı ve hem irtifadan hem de hava değişiminden daha da kötü olmaya başlamıştı. Benim de başım ağırmaya başlamıştı. Hızlıca aşağı inmek istiyorduk. Zaman geçtikçe gün kararmadan bırakın Adilcevaz’a varmayı, Kışkıllı köyüne bile varamayacaktık. Bu durum bizi biraz germeye başlamıştı. Saat 18:00’a doğru iyice alçalmıştık ve Kışkıllı köyünün biraz yukarısında bir çadır grubu gördük. Yanlarında iki tane araba vardı. Bir umut belki bizi aşağıya bırakırlar diye onlara doğru gitmeye başladık. Çadırların yanına vardığımızda, ekibin Rus olduğunu ve tur rehberleriyle zirve yapacaklarını öğrendik. Rehberler bize yemek ikram etti. Yemeği yiyince kendimize geldik ve durumumuzu anlattık ancak bize yardım etmediler. Biz de yola koyulup aşağı inmeye başladık. Hava kararmıştı ve Kışkıllı Köyüne varmıştık ancak ne bir araba ne de bir insan vardı. Gördüğümüz tek arabayı da kaçırınca en yakın köy olan Aydınlar’a doğru akşam karanlığında 7km’lik yolu yürümeye başladık. Birkaç km gittikten sonra kapkaranlık gecenin içerisinden iki tane araba farı parlamaya başladı. Araba bize doğru geliyordu ve başka şansımız yoktu. Muhammet ile Bora’ya batonları saklamalarını söyledim çünkü akşamın bir vakti ellerinde ne olduğu belli olmayan çubuklar olan üç sakallı erkek dağdan iniyordu ve yanlış anlaşılabilirdi. Gelen arabayı durdurup dağcı olduğumuzu, arkadaşımızın kötü olduğunu ve mümkünse bizi aşağı köye bırakmasını rica ettik. Bir iki mırın kırından sonra adam bizi aldı. Kışkıllı köyü imamı olduğunu öğrendiğimiz amcaya binlerce kez teşekkür edip arabadan indik. Bu sefer de başka bir köyde ama en azından daha çok ihtimal olan bir yerde otostop çekip ana yola inmemiz lazımdı. İki üç araba bizi almadı ancak üçüncü bir arabayı yolundan döndürüp bizi yola atmasına ikna ettik. Bizi ana yola bıraktığında saat 20:00 olmuştu. Gitmemiz gereken yer olan Adilcevaz’a 20km kalmıştı ama yolun zor kısmını atlatmıştık. Bir petrol istasyonuna yürüdük ve otostopa başladık derken 15 dakika içerisinde bir araba durdu ve bizi kurtardı. Muhammet’i hastaneye bıraktık ve biz de malzemelerimizi bıraktığımız çay ocağına dönerek malzemeleri alıp ne yapacağımıza karar verecektik. Umudumuz çay ocağında kalmaktı ancak adam bize izin vermeyince planlarımız suya düştü. Bizi oraya kadar getiren abimiz bizim rahata kavuştuğumuzu görmeden bizi bırakmayacağını söyledi ve bütün imkanlarını kullanarak bize kalacak yer ayarlama işine girişti. Öğretmen evini, kyk yurtlarını ve cami imamlarını aradı. Hararetli konuşmaların ardından en sonunda sahil kıyısındaki bir cami imamı bizim camide kalmamıza izin verince adam arabasıyla bizi oraya bıraktı. Bu sırada Muhammet hastanede tahlil olmuş kendi başına bize doğru geliyordu. En sonunda gecenin bir vakti camide buluştuk ve bize Ağrı’ya gelemeyeceğini söyleyince çok üzüldük.

Ağrı Faaliyeti 

21 Eylül 

Sabah erkenden uyanıp çantalarımızı hazırladık. Bora ile ben Doğubeyazıt’a yaklaşık 200km otostop çekecektik ve orada Mustafa ile buluştuktan sonra mihmandarla buluşup Ağrı Dağı’nın 3300 metredeki ilk kampına varacaktık. Birçok araba değiştirerek yolumuzu yarılamıştık. Mustafa da Doğubeyazıt’a varmış bizi beklemeye başlamıştı. Hava durumu biraz bozmuş gösteriyordu Mountainforecastte ve bu bizi biraz endişelendirmişti. Tendürek dağı bulutluydu. Yolda Faik abiyi arayıp ( İki gezi önce Aladağlarda tanıştığımız, bizi Kdk-Bdk ve Ağrı konusunda gazlayan ve mihmandarı ayarlayan tecrübeli abimiz) gerekli bütün bilgileri aldıktan sonra son bir iki otostopla Doğubeyazıt’a vardık. Çok garip bir güzelliği vardı bu toprakların ve insanların. Ağrı Dağı bütün heybetiyle bizi karşılamıştı.  Yol boyunca olan askeri kontroller dikkatimizi çekmişti. Türkiye’nin neredeyse en Doğu’suna gelmiştik. Buraların Türkiye olduğuna inanmak gerçekten güçtü. Herkes Kürtçe konuşuyordu ama bütün tabelalar Türkçe’ydi. Bora’yla hemen bir lokantaya girip yemek yedik. Yemek yerken lokantada gördüğümüz Şeyh Sait fotoğrafı bizi çok şaşırtmıştı. Karnımızı doyurduktan sonra Mustafa’yla buluştuk. Her şeyden önce hava bozduğu için yaşadığımız endişeleri dile getirip risk değerlendirmelerimizi yaptıktan sonra zirveyi denemeye karar verdik. Plan şöyleydi mihmandar yardımıyla 3300 kampına gelmek, sonraki gün 4200e çıkıp aşağı inmek (aklimatize olmak için) sonraki gün tekrar 4200e çıkıp, aynı günün gecesinde zirve denemesi yapıp, gün içinde aşağı inmekti. Mustafa çalışıyor olduğu için izinleriyle alakalı problemleri vardı ve aklimite olmak için zaman harcamadan da zirve yapabileceğini düşünüyordu. Faik Abiyi aradık, ben ve Bora’nın Süphan’a çıktığımız için aklimite olmamıza gerek olmadığını ama Mustafa için aklimitenin gerekli olduğunu söyledi ve Mustafa’nın 4200e çıkıp aşağı inmesem de direkt zirve yapsak demesi üzerine “dağcılığın kitabını yeniden yazmak istiyorsan dene” dedi.

Son değerlendirmeleri de yaptıktan sonra Faik abi aracılığıyla bulduğumuz ve Muhammetin önceden konuşup anlaştığı mihmandar Adem Abiyi çağırdık. Bizi amarok arabasıyla alıp bir otele götürdü. Biraz zaman geçirdikten sonra bizi babası Cuma Abiye pasladı. Cuma Abi ile Ağrıya doğru gitmeye başladık. Doğubeyazıt merkezden biraz uzaklaştıktan sonra bir asker kontrolünden geçtikten sonra karşımızda koca bir düzlükte tüm heybetiyle yükselen başı dumanlı Ağrı Dağı vardı. Yol boyunca Cuma Abiyle sohbet ederken onun 34 yıl boyunca 618 kez Ağrıya çıktığını öğrenince şok olduk. Kendisinin en akılda kalan lafı ise Ağrı tırmanışına “piknik” demesi olmuştu. Onun tecrübesi ve kendine güveninden aldığımız gaz ile aklımızın köşelerinde kalan bütün endişeleri atarak rahatlamış olduk ki zaten hava da düzelmişti. Cuma Abi bir grubu zirveye çıkaracaktı ve bize arkamızdan gelirsiniz de deyince iyice yaptık bu zirveyi dedik kendimize. Düzlüğü bitirip dağın eteğindeki (2200m) köyü geçip dolambaçlı yollarda yükselmeye başladık. Arabanın hoparlörlerinden gelen son ses etnik elektronik Kürtçe müzik bizi alıp Mezopotamya’nın tozlu topraklarında hoplatarak geri getiriyordu sanki. Derken bir anda kendimizi 3300 metredeki birinci kampta bulduk. Bir sürü çadırın olduğu bu alanı sanırsak birkaç tur şirketi sahiplenmiş ve kendi çadırlarını kurmuşlar aynı zamanda da zirveye çıkaracakları insanları da burada ikamet ettiriyorlar.

Cuma Abi bize kendi çadırlarından birini gösterip çantalarınızı buraya bırakabilirsiniz hatta bu çadırda da kalabilirsiniz deyince keyfimize üç kilo bal sürülmüş gibi oldu. Üstüne bir de yan çadırda yaptıkları sulu yemekten ikram ettiler ve biz de yemesek de yanında mı yatsak seviyesine geldik mutluluktan. Sonra Cuma Abi çadırımıza geldi ve güzel sohbetler ettik. Laf arasında onun Demavend, Elbruz gibi dağlara tırmanmış olmasına şaşırırken K2’ye çıkmış olmasını duyunca kendisi gözümde bir anda süper Kürde dönüşmüştü. Onun engin tecrübesi ve ışığından yeterince yararlanınca bir noktada yatma kararı aldık ve mışıl mışıl uyuduk. 

22 Eylül

Sabah 8 gibi uyanmıştık. Kahvaltı için bir su ısıtıp şipşak çorba ve birkaç lavaşlı sandviç yaptık. Sonra çantalarımızı katıra verdik. İlk defa katır kullanacaktık ve üzülsem mi sevinsem mi bilemediğim bir durumdu açıkçası ama overall da değerdi zaten. İnsanları beklemeden biz yola çıkalım dedik ve patikayı izleyerek yükselmeye başladık. Yavaş yavaş , aklimite olarak yükselmeye başladık. Yolda güzelce sohbet ettik eğlendik. Çok zorlanmadık çıkarken. Bir noktada 4000m taşını gördük.

On beş dakika sonra da o ana kadar bulunduğum en yüksek noktada olduğumu fark ettim. Yavaştan katırlar gelip bizi geçtiler. Biz de kısa süre sonra 4200mdeki 2. Kampa ulaştık. Malzemelerimiz alıp çadırımızı kurduk. Çadırımız kulüpten The North Face harika bir çadırdı.

Mustafa birazcık rahatsızlanmaya başlamıştı. Cuma Abiye sorduk o da “bir şey olmaz iyisin iyi” dedi. Düşünüp taşındıktan sonra 3300e tekrar inmeyip o gece orada kalıp gece zirveye çıkmaya karar verdik. Mustafa da biraz aşağı inip aklimite olup yukarı yanımıza gelmeyi düşündü. O gitmişken biz de Faik Abiden aldığımız bilgiler doğrultusunda yukarı çıkıp biraz keşif mi yapsak diye düşünüyorduk çünkü gece yolumuzu bulmak zor olmasın diye ancak Cuma Abi bizi takip edersiniz deyince bu fikri salıp dinlenip yemek yapmaya başladık. Mustafa çok aşağı indiğini söyledi telsizden ve bu hareketliliğin ona iyi gelmediğini bildirdi. Yavaş yavaş yukarı çıkmaya başlamıştı ve bir noktada yanımıza vardığında fena bir haldeydi. Yemek yemek istemedi. Ben de pek yiyememiştim açıkçası. Gün batmak üzereydi Ağrı Dağının eteğinden Türkiye’yi izliyordum ve zirveyi düşünüyordum ki o an fark ettim ki Türkiye’de benden yukarıda kimse yoktu ve bu farkındalık çok hoş hissettirmişti. Akşam da olunca tulumlarımıza girip uyuduk.

23 Eylül

 Saat 1 gibi gelen seslerle gözlerim açılmıştı. Bir grup zirveye çıkmaya başlamıştı. Cuma Abi kendi grubuyla 3te yola çıkacaktı. Yavaştan hareketlenmeye başlamıştık. Mustafa tulumundan çok çıkmak istemiyordu. Kendini pek iyi hissetmiyordu. Biz Bora ile hazırlıklarımızı yaptık ve Mustafa’ya destek olup onun hazırlanmasına yardım ettik. Denemeye karar verdi en kötü onu döndürecektik. Saat üç olmuştu ve Cuma Abi ve grubu çadırımızın yanından zirveye doğru yükselmeye başlamıştı. Onların arkasına takılıp yola çıktık. Çok kalın giymiştik ama zaten hava çok çok soğuk değildi. Mustafa çok çabuk nefes nefese kalıyordu ve yavaş hareket ediyordu. Takip ettiğimiz grupla aramızdaki mesafe artıyordu. Yola çıkışımızdan yarım saat sonra Mustafa kustu. Geri dönelim dedik ama o daha iyi hissettiğini biraz daha denemek istediğini söyledi. On dakika sonra yine yorgunluk ve nefes nefese kalma durumu yaşayınca artık dönelim dedik. Bizim için de zor anlardı. Gecenin bir vakti üç kişiyiz ve birimiz kötü, o kadar gelmişiz, önümüzdeki grup iyice gözden kayboluyordu ve artık geri dönmemiz gerekiyor ama kimse bu kararı veremiyordu. En sonunda sağlıklı kararı alıp geri döndük. Saat 4’te kampa geri dönmüştük. Mustafa bize siz gidip deneyin ben burada kendi başımın çaresine bakarım deyince bunu mantıklı bulup tekrar yola çıktık çünkü biz de orda olsak pek bir şey değişmeyecekti. 

Önümüzde takip edeceğimiz bir grup yoktu ve hava kapkaranlıktı. Sadece Bora ve ben Türkiye’nin zirvesine yürüyecektik. İkimizde de yeterli tecrübe yok gibiydi ama artık bunu yapabileceğimizi biliyorduk. Yıllardır bu tarz dağ filmleri izlemiştik, bu anları düşünmüştük. Gecenin köründe kafa lambalarımız ışığında bilinmezliğe doğru yükselirken gerek Mustafa’yı döndürme kararı gerekse ikimizin zirve denemesi dağcılık anlamında çok büyük tecrübeler kazandığımı hissettiriyordu. Önümüzdeki yol ise yaklaşık 150m patika ardından da 250m lik taşlık bir bölümden oluşuyordu. Eğimin azaldığı yerden sağa dönmememiz mümkünse düz hatta hafif sollu gitmemiz gerektiğini biliyordum. Ama yine de arada wiciloctan kontrol ederek yolumuza devam ediyorduk. Bir noktada patika bitmiş ve koca kayaların olduğu kısıma gelmiştik. Patır kütür yükseliyorduk. Attığımız her adımda şimdiye kadar bulunduğumuz en yüksek noktada olduğumuzu biliyorduk. Boranın sağa gidelim ısrarlarına karşı ölmemek için düz gitmemiz gerektiğini söyledim ve bir noktada taşlı kısım bitti ve karşımıza kocaman bir baba çıktı, doğru yoldaydık.

Saat 5 oluyordu, gün doğumuna az kalmıştı ve kafamda Ağrı Dağı’nın gölgesini görüp göremeyeceğim vardı. Bir an önce sırta varabilirsem gölgeyi görebilirim diye düşünüyordum. Güneş doğmaya başlamıştı ama çıktığımız taraftan güneş görünmüyordu çünkü Ermenistan tarafından doğuyordu güneş. Hızla yükselirken Borayla aramdaki mesafe açılmış ve karlı bölgeye gelmiştim.  Kazmamla bam güm tırmanırken bir de baktım Cuma Abilerin ekibini yetişmişim. Yüksek irtifadan da artık çok daha hızlı nefes nefese kalıyordum.

Güneşin doğumunu görememiş olduğuma üzülüyordum ama sonra arkamı döndüğümde Doğubeyazıt üzerinde yavaş yavaş oluşmaya başlayan Ağrı Dağının gölgesini gördüm. İnanılmaz bir doğa harikası yaşanıyordu. Turunculaşan ufuğun ortasında kocaman bir piramit yükseliyordu. Zaman geçtikçe belirginleşen piramit şeklindeki gölge devasa, inanılmaz ve bulunduğumuz yerden çok rahat görülüyordu. Hava da çok berraktı, hiç de rüzgar yoktu. Gördüğüm görüntü karşısında mutluluktan uçuyordum, ağzım kulaklarıma varmıştı. Zirve külahına gelmiştim. Bora ortalıkta görünmüyordu. Önümde zirveye giden beyazlar içindeki son patika ve saat birde yola çıkmış olan zirveden dönen grup vardı.

Zirveye doğru giderken onları bir bir tebrik ettim ve artık tektim. Bulunduğum yerin güzelliği aklımı başımdan alıyordu. Hava çok güzeldi, rüzgar yoktu arkamda gölge hala bir nebze duruyordu. Ağrı volkanik olduğu için dümdüz bir ovadaki kocaman bir piramidin üstündeymişim gibi bir durumdu. Sağ yanımda küçük Ağrı bana göz kırpıyordu. Attığım her adımda verdiğim emeği ve çabalarımın karşılığını düşünüyordum. İlk defa 5000m üzerine çıkmıştım ve bu da kanımca 6000lerin yolunu açıyordu. Yani aslında her şey daha yeni başlıyordu. Bunları düşünürken amanın bir de ne göreyim, dağın arkasını görmeye başlamıştım. Baktığım yerden Azerbaycan, Ermenistan ve İran görünüyordu. Kafamı çevirdiğimde ise artık zirveyi görmüştüm. Son adımlarımı attım ve zirveye gelmiştim. Oturdum ve etrafa baktım. Türkiye kelimesi kelimesine ayaklarımın altındaydı. Türkiye’nin çatısına çıkmıştım. Adım adım, ilmek ilmek örüp zirveye çıkmıştım. Gözümde büyüttüğüm şeyin aslında ne kadar yapılabilir olduğunu görmüştüm.  Üzerinde “Büyüt Hayallerini” yazan günlüğüme hislerimi karaladım. Derin nefesler alıp ufku izledim. Sessizliğin içerisinde bir ben bir zirve bir de manzara vardı. Büyük hayaller eşliğinde manzaraya son kez bakıp dönüş yoluna geçtim.

İnerken gördüğüm ilk insan Bora’ydı. Birbirimizi tebrik ettik ve onu zirveyle baş başa bırakıp aşağı inmeye başladım. Hızlı bir şekilde iniyordum ki Mustafa’yı da erkenden göreyim diye. Patika çok net görünüyordu ve inişim gayet kolay oluyordu. Büyük kayaların olduğu kısıma gelince bir de gördüm ki bizim zar zor tepinerek çıktığımız yerde patika varmış ama biz bulamadığımız için kayalardan atlayarak çıkmışız. Öyle olunca patikadan aşağı hızla indim ve saat 9 gibi kamp alanına varmıştım. Mustafa da uyuyordu yanına geçip ben de uyumaya çalıştım. İrtifa değişiminden dolayı başım ağırmaya başlamıştı. Çok da su içmemiştim, bolca su içip uyumaya çalıştım. Yarım saat sonra da Bora geldi. Bir saat kadar çadırda yattık. Diğer gruplar da yavaştan kamp alanına varmıştı. Mustafa daha iyi durumdaydı ve toplanmaya başladık. Çantaları hazır edip Cuma Abiye verdik katırlara yüklemesi için. Sonra yavaş yavaş 3300’e inmeye başladık. Mustafa’nın aklı karışıktı. Cuma abi ona bir gün kalmasını ve tekrar denemesini söylemişti ama düşünüp taşındıktan sonra vazgeçti ve yolumuza devam ettik. Birkaç saat sonra birinci kampa varmıştık ancak çantalarımız gelmemişti henüz. Adem Abi bize araba ayarladığını ve onunla aşağı inmemizi, çantaları sonra yollayacağını söyledi. Ayarladığı araba bizi Doğubayazıt’a bırakacaktı ve 1500TL istedi bizden. Başka seçeneğimiz olmadığı için kabul ettik. Bu arada en başından kampa geliş ve katırlara kişi başı 1600TL verdik. Ancak bu hizmet geri dönüşü kapsamıyordu üstüne de bu son servisi ekleyince bu zirve kişi başına 2000tlye patlamış oldu. Doğubayazıt’a varıp bir güzel yemek yedikten sonra otobüs terminaline gidip biletlerimizi alıp artık Doğu maceramızı bitirmek üzereydik. Muhammet’in ortaya attığı Ağrı planı nelere vesile olmuştu, kendisi ve Mustafa rahatsızlanmış ben ve Bora’ya nasip olmuştu. Ama olmama ihtimali de gayet muhtemeldi, bu yolun bir parçasıydı. Son defa Ağrının dumanlı zirvesine bakıp otobüsümüze bindik ve yeni hayallere doğru yol aldık. Önümüzde Erciyes , Kaçkar ve Cilo kalmıştı. 

-Ali Umut Usta


0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir