21-23 Ocak 2024 Erciyes Kış Zirvesi
EKİP: Muhammet Ali Doğan, Ali Umut Usta, Hakan Ak
KAMP YERİ: Tekir Zümrüt Üst İstasyon altındaki DAĞ EVİ
ROTA: 23 Ocak Salı gece 02.00 Dağ Evinden yola çıkış, çobanini kamp alanını geçip şeytan kulvarından sırta ulaşıp zirve ve aynı rotadan geri dönüş
EKİPMAN: Herkes için kask, kazma, krampon, ortak olarak birkaç karabina, perlon, prusik, deadman ve 60m ip.(kask, kazma, krampon dışında malzemeleri çantadan bile çıkarmadık, hava da ekstreme kötü olmadığı ve faaliyet süremiz kısa olacağı için zirve denemesinde yanımıza tulum, bivak, yemek seti gibi şeyler de almadık.), yemek seti, 1 fighter çadır
YAZAN: Muhammed Ali Doğan
Sanırım bu uzun soluklu yolculuğa üç kişi olarak gittiğimiz Aladağlar faaliyetinde, hem yolculuk sürecimizde hem de dağda bulunduğumuz süreçte o tepeye bu tepeye özgürce atlaya zıplaya çıkarken başladık. En azından kendi adıma böyle. O zamandan bu zamana değişmeyen tek şey bunu neden yaptığımız soruları olabilir. Binbir çileyle uygun zamanı buluyoruz, sonra zar zor karşıladığımız masraflarıyla dağa gidiyoruz. Saatlerce sırtımızda kaç kilo olduğunu bilmediğimiz çantalarla belimizdeki ve omzumuzdaki ağrılarla soluk soluğa hava kararmadan kamp alanına ulaşıp çadırlarımızı kurmaya çalışıyoruz. Bu saatte tavuklar bile uyumaz denilen saatte gecenin köründe kalkmak için tulumlara giriyoruz. Muhtemelen de ya heyecandan ya böğrümüze batan taştan ya sıcaktan ya soğuktan doğru düzgün uykumuzu alamadan kalkıp yola koyuluyoruz. Üşüyoruz, yoruluyoruz, susuyoruz bir tane tepeye çıkıp aşağı bakıp inmek için bir de belki defter varsa ismimizi yazıyoruz. Neden diye sorgulatıyor bu durum. Yaşadığımız yerde arkadaşlarımızla eğlenmek, işimize gücümüze bakmak, evimizde sıcak sıcak oturmak dururken…
Anladığım kadarıyla bu neden sorusunun cevabı herkes için farklı. Bu gezide de gerek gitme sürecimde gerek orada bulunduğum süreçte hissettiğim şeyler bunu fazlasıyla düşünmeme sebep oldu. Şuanda söyleyebileceğim tek şey doğanın gücü karşısında ona meydan okumaya ve uçurumun kenarında bir adım sonrasında ölümü hatırlamaya, karşı koyulamaz bir istekle dağlara gitmek. Biraz da bu sorunun kendi kendine çözülmesini beklemek. Bir de “Zirvelerin Özgürlüğü” kitabından alıntı yaparak gezi yazımıza geçeyim.
Zirvelerin özgürlüğünü ararken, kendimiz ile karşılaşırız.
Bir faaliyet bitmeden diğerini planladığımız için bu plan Sonbahar Kampı sonrasında netleşmeye başlamıştı. Başlangıçta Bora, ben ve Ali Umut çıkmayı planlarken, Bora kendisini Erasmus için Fransa’da buldu. (Bu zirvemizi biricik Bora’mıza armağan ediyoruz) Aradaki süreçte de Hakan plana dahil oldu. Planımız önce Büdak Kış Kampına gidip sonra da Erciyes kış zirvesi denemekti. Hava durumunu birkaç hafta öncesinden takip etmeye başlamıştım. Arada bir sağlam yağışlar alıyordu. Sürekli gezi raporları okuyup tanıdığımız dağcılardan da bilgi almaya çalışıyorduk. En sonunda Çobanini’ne kamp atıp Şeytan Kulvarından zirve denemenin en mantıklı senaryo olduğuna karar verdik. Bolu’da gerçekleşen kış kampı sonrasında İstanbul’a dönüp yukarıda yazdığımız malzemeleri alıp 21 Ocak Pazar akşamı Kayseri’ye yola çıktık. Aklımızda tek soru vardı. Yola çıktığımız akşam yaklaşık 30 cm kar yağışı vardı ve iletişim kurduğumuz bir grup zirve yolundan dönmüştü.
22 Ocak Pazartesi
Uzun süren bir yolculuğun ardından Kayseri otogarında indik. Şehir merkezinde kar görmek biraz tuhafımıza gitti. İstanbul’da buna hasret kaldık. Birkaç dakika şehir içi ulaşımı çözmeye çalıştıktan sonra açık olan bir çorbacıda bir kova ekmekle çorbalarımızı içtik. Hakan hala doymadığı için başka bir çorbacıda bir çorba daha içti üstüne tam ucuz bulduğu menüyü de yemek istediğinden bahsederken kalkıp biraz abur cubur biraz da zirve günü kahvaltı için simit poğaça alıp Erciyes’e giden otobüsü beklemeye koyulduk.
Saat 09.00 civarında kayak merkezindeydik. Jandarmaya bildirdikten sonra biraz takılıp önce gondola sonra da zümrüt alt istasyondan telesiyeje binip bir buçuk saatlik yürüyüşle kamp alanına hava kararmadan ulaşacaktık. Ne yazık ki jandarma planlarımızı bozdu. Valilikten izin almamız gerektiği için dağa çıkmamıza izin vermediler. Karakoldan çıkar çıkmaz valiliği arayıp mailimizi de atıp iznin çıkmasını beklemeye koyulduk. Bu süreçte izin verme olayının mailimizin sadece bir birimden başka birime aktarılmasıyla gerçekleştiğini öğrendik. Hiçbir yetkinliğimiz sorgulanmıyormuş. Önce valilik maili alt kattaki idari işlere fakslıyor onlar vakit bulursa il jandarmaya onlar erciyes jandarmaya onlar da JAK’tan onay alıp çıkabilirsiniz dedi. Saatler süren bu süreçten sonra izni almayı başarınca belge gibi bir şey beklemiştik ama bize, “soran olursa bizi arasınlar izin verildiğini söyleriz” dediler. Biz de son bir hazırlık üstümüzü değiştirip fazla eşyalarımızı bırakmak için Hakan’ın Cengiz abisinin selamıyla muhteşem tatlı bir abinin (batonum yoktu bana bedava baton verdi) işlettiği kayak malzemeleri kiralanan bir yere gittik. Hazırlığımız yapıp vedalaştıktan sonra ilk gondola doğru yola koyulurken saat 13.00 olmuştu bile.

Mustafa Abi ile
Gondolun önüne geldiğimizde son ses şarkı çalıyordu. Ali Umutu pistte kendi kendine dans etmeye bıraktan sonra Hakan’la teleferik biletlerini almaya gittik. Sıramız geldiğinde bilet satan kadın bizden valilik izni istedi. Biz gerekli izinlerimizin olduğunu anlatmaya çalışırken bir yandan bunun sorgulandığı yerin burası olmasını anlamaya çalışıyorduk. Şeflerini arayıp bir şeyler konuşuyorlardı ve bir süre sonra bize bilet veremeyeceklerini söylediler. Bu noktada Hakan’ın bir süre önce telefonda konuştuğu kişi Erciyes’in mafyaların dağı olduğunu bu yüzden çıkmaya bile uğraşmadığını söylediğini hatırladık ve yaşadığımız tüm bu süreç bunu doğruluyordu. Neyse jandarmaya tekrar gidip fantastik izin belgemizi aldık.
Tekrar iznimizle bilet almaya gittiğimizde saatlerdir tek başına dans eden Ali Umut bir terslik olduğunu fark edip çıldırarak yanımıza geldi. Yaşadığımız şeye bir de hep beraber küfredip saat 14.00 gibi gondola binmeyi başardık. Bizimle aynı gondola Kayseri’de doktorluk yapan ve ismini hatırlayamadığım bir kulüple birlikte dağcılık yapan Turgay’la tanıştık. Kendisi doktorluk yapıyor son birkaç senedir de snowboardla ilgileniyormuş. Daha önce 17 defa Erciyes zirve yaptığını söyleyine ne kadar bilgi alabilirsek aldık.Kar yağdığı için çığ riskinden endişeleniyorduk ancak Turgay bize “Bu kardan bi şey olmaz , zaten Şeytan Kulvarında’da pek kar olmaz. Nesrin Topkapı yolunuzu uzatır. Yerinizde olsam Şeytandan basardım. Hem gidip Çobaninin’de çadır kurup ne yapacaksınız. Dağ evinde kalın mis gibi.” dedi. Konuşmamız sonunda da dağ evinde kalmaya karar verdik. Zirve denememiz için gece 03.00 yerine 02.00 da yola çıkacaktık bu yüzden. İndiğimiz yerde sucuk ekmeklerimiz yedikten sonra kayak pistinden ufak bir yan geçişle zümrüt alt istasyona geldik. Tam sorunlarımızın bittiğini düşündüğümüz aşağıda defalara iki basımlık biletler istediğimizi belirtmemize rağmen tek basımlık verdikleri için burada bilet basamadık. Çalışan abi birkaç telefon görüşmesinde sonra içeriden birimizin aşağı inip bilet alması gerektiğini söyleyerek çıktı. Küfürlere başlamışken neyse ki şaka yaptığını biletsiz göndereceğini ama aşağı indiğimizde bilet alıp okutmamızı rica etti.(aşağı indiğimizde bunu unuttuk özür dileriz.).

Bu dağdaki en değerli kağıt
Bütün bu süreçte her yer birkaç adım sonrasını göremeyeceğimiz kadar sisliydi. Telesiyejde yükselirken birden sis bulutundan çıktık ve karşımızda inanılmaz güzelliğiyle Erciyes (yaklaştıkça uzaklaşan o dağ) duruyordu.
Telesiyejden indikten sonra birkaç dakika yürüyüşle aşağıdaki dağ evine ulaştık. O güne kadar gördüğümüz en gelişmiş dağ eviydi. Odalardan birinde eski püskü bir ısıtıcı olduğunu görünce de hemen o odaya yerleştik. Prizler ve odalarda lambalar vardı (bir dağ evinden daha ne bekleyebilirsin ki). Daha sonra hava kararmadan yürüyeceğimiz yere bakmak için bi yarım saat kadar iz açarak ilerledik. Birkaç fotoğraf, manzara karşısında kahveler, çıplak güneşlenmelerden sonra hava kararırken odamıza girip ısıtıcımızı açtık. (Kramponlarınızı önceden ayağınıza göre ayarlamak çok kritik yoksa gecenin bir körü eksi 15 derecede buz gibi metale dokunarak donarak krampon ayarlamakla uğraşırsın Muhammet gibi) İçerisi ısınırken Hakan’ın tuhaf makarnasını yemeye çalıştıktan sonra (Yaptığım en kötü besindi, üzgünüm 🙁 -Hakan) sohbet muhabbet ve müzikler eşliğinde gece 01.00’da kalkmak üzere tulumlara girdik… Ali Umut’un kafasında ise Müzeyyen Senar’ın dizeleri yankılanıyordu “Bir ihtimal daha var..”
23 Ocak Salı
(Neredeyse kesintisiz ve rahat bir uykunun ardından saat 01.00’da alarmlar çalmaya başladı.(İçimde homurtular olduğu için pek uyuyamamıştım. Üşüyecek miydim? Başarabilecek miydik? Daha yeni Boludan dağdan gelmiştik ve yorguduk. İlk defa kış zirvesi deneyecektik ve çığ riski aklımı kurcalıyordu. Saat 1 olmadan çoktan uyanmıştım. Tulumumdan çıkıp soğuğa alışmaya çalıştım. Hakan ile Muhammet ohh fosur fosur uyuyordu. Pencereden baktığımda karşımda ay ışığında tüm heybetiyle duran Erciyes dağı duruyordu. Hava pek de kötü görünmüyordu ve bu içime su serpmişti. -Ali Umut ) Uyandığımda Ali Umut pencereden dışarıyı izliyordu (tam karşıda Erciyes görünüyor). Isıtıcının sıcağı ve tulumun rahatlığıyla içimden hiç kalkmak gelmese de yavaş yavaş hazırlanmaya başladım. Botlar, çanta, sular, yedekler… önceki gün aldığımız simitleri de ısıtıp yedikten sonra üstümüzü de giyinip son bir kontrol yaptık.
Dağ evinden ayrılıp yürümeye başladığımızda saat tam 02.00’dı. Önceki gün gideceğimiz yöne doğru baktığımız için yön bulma konusunda sıkıntı olmadan ilerliyorduk. Hava da hafif esintili ve ay ışığından kafa lambasını bile açmadan ilerliyebiliyorduk (önceki faaliyetimizde bizim bütün faaliyetlerimizin dolunaya denk geldiğini tartışırken bu faaliyette de böyle olması artık tezimizi doğruluyordu. Önümüzdekinde ne olacak bakalım.). Ben yürürken kesin terlerim diye düşündüğüm için üzerime içlik yağmurluk yapmıştım. Bir süre sonra üşümeye başlayınca durup kar montumu giyinip devam ettim. Yürürken aramızda baya bir mesafe oluyordu. Gecenin sessizliği ve soğuğunda üçümüz bazen birleşip sohbet ederek yürüyor bazen de solo takılıyorduk. İlk durağımızı Çobanini kamp alanı seçmiştik molayı orada vermeyi planlıyorduk. Ama yürüyüşümüz bir saati geçtiği için altına sığınabiliriz dediğimiz bir kayanın altında mola verelim dedik. Hakan burda bize yaptığı her şeyde 50 dakikada bir mola vermeye alıştığını, böyle yürümeye devam edersek yavaşlayacağını söyleyip bir sigara yaktı. Biz de bundan sonra 50 dakikada bir mola vererek ilerlemeye karar verdik. Molamızdan sonra yine Ali Umut önde arkada ben sonra Hakan ilerlemeye devam ettik. Gece gece Çobaini nerede fark edemeden geçtik gittik. Ay artık dağın arkasında kalmıştı ve kafa lambalarını açmıştık. Rüzgar da artık fecili esmeye başlamıştı. Ali Umut ellerinin ve ayaklarının üşüdüğünden bahsediyordu. Neredeyse Şeytan Kulvarının alt hizasında bir yere geldiğimizde bir mola daha verdik. (Yürüyüşe başladığımızdan beri hipnoz bir biçimde iz açarak devam ediyor yolu ezberliyordum. Arkama baktığımda Hakan ve Muhammete çok fark attığımı fark ettim ve durup soğumak yerine yavaşladım. Kayanın arkasında dinlenirken soğumuştum ve Şeytan Kulvarının altına gidene kadar ellerim ve ayaklarım üşümeye başlamıştı. Ayaklarımı anlayabiliyordum ama ellerim neden üşüyordu. Kulvarın altında verdiğimiz molada taş gibi jelibonları yerken sularımızın donmaya başladığını fark edip daha donmadan biraz içtik. Mola sırasında çok üşümüştük ve önümüzde çok yol vardı. Bi an durumumuzu sorgulamaya başlamıştım ki hareket etmeye başladık. O sıra fark ettim ki ellerimin üşümesinin nedeni batonun iplerinin bileğimi sıkmasıymış. Bu noktadan sonra ellerim ısındı ama yine de ellerim ve ayaklarım donmasın diye sürekli parmaklarımı hareket ettiriyordum her adımda. -Ali Umut)
Hakan’ın camel bagindeki su donmuş, çantanın yanına koyduğu pet şişedeki su da donmaya başlamıştı. Çantaya baktığımda benimkinin de aynı olduğunu fark ettim. Bir süre neden daha fazla sıcak su almadığımızı sorguladık. Daha önce böyle bir zirve denememiz olmadığı için bu durumu hesaba bile katmamıştık. Aynı zamanda ne zaman eldivenlerimi çıkartıp bir şey yapmaya çalışsam on beşe kadar saymadan ellerim acıyordu soğuktan. Hemen çanta sırta yapıp batak ve eğimli karda Şeytan Kulvarının girişine doğru ilerlemeye başladık. Kar neredeyse diz kapağımıza geliyordu. Kulvarın girişinin de yaklaşık yüz metre kadar sağında kaldığımız için hafiften sollu iz açarak yükseliyorduk. Saat 05.10 gibi kulvarın daralan yerinin altındaydık. Bulunduğumuz yerde kürekle bir düzlük açıp mola verdik. Rüzgar büyük kayaların altında kaldığımız için etkisini azaltmıştı. Ayaklarımız donmaya devam ediyordu. Burda kürekle çığ testi yaptık ve herhangi bir katmanlaşma yoktu. (Bu iş biraz vakit aldığı için çok durmuştuk ve soğuktan nevrim dönmüştü. Sürekli ayak parmaklarımı botun içinde oynatmaya ve ellerimi eldivenin içinde sıkıp bırakmaya odaklanmıştım. Muhammet kürekle kazdığı yeri bana gösterip çığı sorarken beyin kıvrımlarım elektriklenmekte zorlanıyordu. -Hakan) Sırada da kramponları giymek vardı. Ben önceki gün kramponlarımı ayarlamayı unuttuğum için kendimi mental olarak eldivenleri çıkartmaya ve onlara dokunmaya hazırlıyordum sürekli. Neyse ki çok uzun sürmeden acı eşliğinde giymeyi başardım. Batonları buraya görünecek şekilde saplayıp kazmalara geçtikten sonra 05.40 gibi tekrar yükselmeye başladık. Bir süre sonra kar gerçekten sertleşti. Aşağıda krampon giymesem de olur gibi hissediyordum ama o noktada ellerimdeki acıya rağmen giymiş olduğum için çok mutluydum. Yine ilerlerken kar yer yer yumuşuyor yer yer sertleşiyordu. Neredeyse en dik olan etabı geçtikten sonra Hörgüç kayanın alt hizalarında kar batak kar olmaya başladı. Ali Umut’un açtığı izden çok rahat yükselebiliyordum. (Önden gidiyordum ve çığ testi yapmış olmamıza rağmen tedbiri elden bırakmayıp pür dikkat dinliyordum, düşen taşlar, karlar etc. Kar yer yer donmuş olduğu için hızlı ilerlememi sağlıyordu ama hem yeni yağdığı için hem de dik bi kulvar olduğu için kar pek donmamıştı. Bazen belime kadar kara saplanıyordum. Attığım adımların yarısı karda batarken boşa gidiyordu. Yukarı çıktıkça azalan oksijen beni yoruyordu ama bir kaç soluk aldıktan sonra tekrar iz açmaya devam ediyordum. Hava aydınlanmaya başlıyordu ve bulunduğumuz yeri yavaş yavaş görebiliyordum. Arkama baktığımda Muhammed onun ardında da Hakanı görüp biz burda bu saatte ne yapıyoruz diye kendime soruyordum. -Ali Umut) Bu sırada saat 7.50 gibi mola verip arkamızı döndüğümüzde havanın aydınlanmaya başladığını, ufukta güneşin kızıllığını görmeye başladık.
Sırtın arka tarafından zirveye çarpan bulutlar hariç hava apaçıktı. Her şey çok güzel görünüyordu. Yukarı bakıp sırtın geçişimize izin vereceği noktayı göze kestirdik. Yaklaşık bir saatlik yolumuz kalmıştı. Hadi çıkalım dediğimizde Hakan “molanız mola değil yürüyüşünüz yürüyüş değil” diyerek bir sigara daha yakıp biraz daha oturdu. (Cidden değildi, her zamanki tempomun aksine, vücudumu hunharca zorlayarak ilerlemeye çalışıyordum. Ancak o noktada böyle düşünsem de sonradan şunun farkına varacaktım ki bir kış zirvesini tamamlayabilmek için gereken de buydu. Çok pratik ve hızlı haraket etmemiz gerekiyordu. Yoksa geç kalınmış bir zirvede oluş ile içimizde çığ kurtları ile geri dönmek zorunda kalacaktık. -Hakan) Ali Umut’la biz ilerlemeye devam ettik. Kendisi sonsuz kondisyon olduğu için dağ evinden çıktığımızdan beri iz açıyordu ve hala tık demeden açmaya devam ediyordu. (Hava aydınlanınca bulunduğumuz yerin güzelliği aklımı kaçırmama neden oldu. Sonsuz beyazlıklar içerisinde yükselen dağlar ve aştığımız onca yol. Güneş ufukta yükselirken her şey bir film karesini andırmaya başlamıştı. Elimde kazmam ayağımda kramponum, bıyığımda ve sakalımda donmuş damlacıklar ve önümüzde aşmamız gereken son bir sırt. Yaşamın bu anında bulunmaktan duyduğum sevinçle sanki saatlerdir yürümüyormuşum gibi yükselmeye devam ettim. Bir an önce sırta çıkmak istiyordum çünkü Hörgüç Kayanın altındaydık ve taş düşme tehlikesi vardı. -Ali Umut)
Güneş doğdukça manzara büyülemeye başladı. Artık sık sık durup etrafımıza bakarak ilerlemeye başlamıştık. Bir an arkamı döndüğümde Hakan kafa üstü açılan ize düşmüş gibi yatıyordu arkada. Çok kısa bile olsa bayıldığını düşünüp hemen bağırmaya başladık. Duymasa da kafasını kaldırıp yürümeye devam etmişti (sonradan öyle dinlendiğini söyledi, uzaktan bakınca korkutucuydu.) (Saatler sonra bunu duyunca iyi güldüm, ama dinlenme pozisyonu cidden çok rahattı, karın kıvamı iki kramponum ve kazmam ile mükemmel bir kavrama sağlıyor, ayakta durmak için sıfır enerji sarf ediyordum, kafamı da yaslayınca şöyle… -Hakan)
Hörgüç kayadan karlar eriyince taş düşme olasılığı vardı. Biz de güneşi daha fazla yükseltmeden zirveye uğrayıp dönmek için son bir atak yalpalayarak yükseliyorduk. Artık baya yorulmuştuk. Saatlerdir donan elimizi ayağımız hareket ettirmeye çalışarak bir adım daha yükselmekti tek yaptığımız. (Hörgüç Kayayı geçmiştim ve önümde sırta doğru yükselen bir yol vardı. Sırttan esen rüzgarlar minimal kornişimsi yapılara neden olmuştu o yüzden gözüme en güvenli geleni yeri seçip karı kesmeden dik bir şekilde bam güm çıktım orayı. Çıktıktan sonra baktım endişelenmelik pek bir şey yokmuş ama yine de dikkat etmek önemli. Üşümek istemediğim için hareket etmeyi kesmiyordum. Önümde küçük bir tepe vardı Muhammedi gözden kaybetmeden tepeye çıktım ve karşımda zirve yolu vardı. -Ali Umut) Sırta ulaştığımızda saat 08.30’du zirve görünüyordu, bayrak ortalıkta olmasa da.
Sırta çıktıktan sonra Ali Umut devam etti. Ben de artık aşağı görünmediği için Hakan da sırta çıkana kadar bekledim. Burda dört bir yandan tatlı bir rüzgar yiyorduk. Kımıldamadığım zaman donmaya başladığım için hemen dönüp sırtın altına inmek istiyordum tekrar. Ali Umut’a seslendiğimde zirveye on beş dakika olduğunu söyledi ve önümdeki son tepeyi yürümeye başladım.(Zirveyi gördüğümde büyük bir rahatlama hissettim. Gördüğüm nokta limitlerimin gördüğü en uç noktaydı ve her adımda ona yaklaşıyordum. Bütün telaş endişe ve korku yerini öğrenmişliğin rahatlamasına bırakıyordu. Etrafımdaki manzara dehşetli bir güzelliğe sahipti ve bulunduğum noktaya hala inanamıyordum. Derken zirve ile aramda kornişimsi yapı bulunduran bir kılçık çıktı. Tam kılçıktan gidersem kornişin boş kısmına denk gelebilir ve aşağı kayabilirim diye sollu geçmeye başladım. Korniş kısmında tam gerilecektim ki pat küt iki üç kazma darbesiyle gerilimi dağıtıp birikmiş karı aşağı yollayarak yolu düzelttim. Üç adım daha attım ve zirvedeydim. İçimde bir sakinlik vardı ve manzaranın güzelliğinde kayboldum. Bütün dağ deneyimlerimi ve buraya çıkana kadar aklımda olan biten fırtınaları düşündüm. Bu anları daha çok yaşayabilmek için içimde deli bir enerji vardı. Daha öncesinde bir iki dağa çıkmıştım ama ilk defa dağcı gibi hissetmiştim. -Ali Umut) Zirveyi gördüğümde zirveyle benim aramda biraz trip bir geçiş vardı. Yavaş yavaş geçtikten sonra zirvede Hakan’ı beklemeye başladık.
Zirveye belki beş kişi zar zor sığardı ve aynı zamanda dört bir yandan rüzgar esiyordu. Hakan bu geçişi yaparken fotoğraf çekmek için yer değiştirirken ayakkabım görünmez bir kayaya takıldı ve bir anlığına her şey gözümün önünden aktı. Neyse ki önümde Ali Umut’a çarparak dengemi sağladım. Yan tarafımızda Büyük Erciyes sislerin arasından korkunç bir şekilde bakıyordu. 09.00’da Hakan da zirveye ulaşmıştı ve birbirimize sarılıp, sevinç çığlıkları atıp, fotoğraflar çektikten sonra dönüşe geçtik.
Dönerken zirveye göre daha güvenli olan sırtta ilk uzun molamızı verdik. Sularımız donmuştu, biraz buz biraz atıştırmalık vardı. O an hepimizin içinde inanılmaz bir mutluluk olduğunu herkesin gülüşünden hissedebiliyordum. Bir gün öncesinde aşağıdan bakıp buraya nasıl çıkacağız derken şuan bunu başarmıştık.

Zirvede. Ali Umut, Muhammet, Hakan (Soldan sağa)
Biraz oturup zirvenin tadını sırtta çıkarmaya çalıştıktan sonra daha önümüzde uzun bir dönüş yolu olduğu için yavaştan sırttan inmeye başladık. Kramponlarımız olduğu için aramızda mesafe bırakarak inmeye karar verdik. Ben önde, sonra Ali Umut sonra Hakan… Aşağı baktığımda gördüğüm şey sonsuz uzunluktaki bir kaydıraktı. Ben de oturdum kara, ayaklarımı kaldırıp kazmayı da çok hızlanırsam durabilmek için fren pozisyonunda tutup aşağı doğru saldım kendimi. Çıkışımızın saatler sürdüğü, neredeyse batonları bıraktığımız yere gelmem on dakika bile sürmemişti. Bir süre sonra Hakan ve Ali Umut geldiğinde saat 09.45 civarıydı. Ali Umut dönüşe devam ederken biz Hakanla yaklaşık bir saat burada güneşin ısısının kemiklerimize kadar işlemesi eşliğinde yattık. (Saatlerce zar zor korkarak çıktığımız kulvarı fiyuv diye inmek beni şaşkına çevirmişti. Artık official olarak Erciyes Dağına kışın çıkmış ve ölmeden aşağı inmiştik. Derin bir nefes alıp karşımızda dağ evine kadar olan sonsuz yolu gördüm ve hareket berekettir diyip bizimkileri bırakıp yola çıktım. Sonsuz beyazlıklarda sonsuzca yürüdüm. Gece gittiğim yolu ezberliyebilmiş miyim oyunu o kadar keyifliydi ki telefondan müzik açtım ve keyifle izlerimi gerisin geri döndüm. Gece boyu esen rüzgar izlerimin çoğunu kapatmış ama okey ben yine iz açtım. Dağ evine geldiğimde sandalyeyi dışarı çıkarıp çılgın manzara eşliğinde günlüğümü yazdım. Sıcak güneş, canım tulumum ve harika bir yürümeme hali… Bizimkiler gelene kadar yeni hayallere dalarak fosur fosur uyudum. -Ali Umut) Artık kendime geldiğimde güneş fazlasıyla ısıtmaya başlamış gözlükler olmadan gözümüzü açamaz olmuştuk. Dağ evinde ışınlanmak isteyerek yürüyorduk. Bazen sıcaktan kendimi karın ortasına atıyordum. Aşağı inerken açılan izden yürümekle yeni iz açmak neredeyse aynı zorluktaydı ve batak karda yürüyüşümüzü hiç kolaylaştırmıyordu. Hakan’la farklı yerlerden yürüyorduk. Yol sürekli uzamaya başlamıştı. Ben kendimi sıcaktan yüzüstü kara attığım bir an Hakan geldi ve yine halüsinasyonlar görmeye başladığından bahsetti. (kayaları çadır görüyormuş ama ne çadırımız vardı ne de dağ evine yaklaşabiliyorduk). Ben durmadan kendimi yere atıyor Hakan da gelip yürümezsek bitmeyeceğinden bahsediyordu. Derken artık teleferiği görür görmez çantamı çıkartıp kendimi kara attım. On beş dakika bile kalmamıştı dağ evine. Otururken bir anda kendimi kar yerken ve iç sesimle ne kadar lezzetli olduğunu düşünürken bi farkındalık yaşadım. Yola çıktığımızdan beri neredeyse hiçbir şey yemedik. Sularımız da donduğu için içememiştik. Çantamdan çıkardığım vişneli nazoyu Hakanın buzlu suyuyla karıştırdık. Biraz fıstık, susamlı kraker ve nazo dünyadaki tüm renkleri geri getirmişti. Bunu muhtemelen daha önce yapmamız gerekiyordu.
Kalkıp Dağ evine doğru yürümeye başladık. Sanırım 11.30 gibi dağ evine gelmiştik. Ali Umut çoktan gelip tulumuna girip uykusunu almıştı. Biraz dinlendikten sonra çantalarımızı hazırlayıp dönüşe geçtik. Gondola geldiğimizde Ali Umut ve Hakan’dan ayrıldım. Onlar bir gün daha Kayseri’de kalacaktı. Bu muhteşem ve benim için deneyim dolu faaliyetimiz de burada sonlanmıştı.
İndiğimde gerçekten çok kötü kokuyordum. Hatta şehir içi otobüse bindiğimde yanımdaki çocuğun “burası çok kötü kokuyor” dediğini duydum. Yazının başında da anlattığım şeyleri tekrar yapmıştık. Bir adım… Sonra bir adım daha… Sonra bir adım daha… Yola başladığın zaman bu döngüyü sonsuz kere tekrar ediyordun. Sonra bir bakmışsın dönüş yolundasın…
Bu faaliyeti planlarken de hep bir sonraki faaliyetlerimin hazırlığı olduğunu düşünüyordum. Ama şuanda yaşadığımız zorluk, gördüğümüz manzaralar dağcılığın yeni bir bölümüne başlamışız gibi hissettiriyor.
Bu faaliyette bize eşlik eden Hakan’a ve sonsuza kadar durmadan iz açan Ali Umut’a çok teşekkür ederim.
~Muhammet Ali Doğan
27 Ocak 2024

Çıkış Rotamız: Kırmızı ile işaretli rota şeytan kulvarina giriyor.
0 yorum