BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ DAĞCILIK KULÜBÜ olarak ilkini 6-7 Ekim 2018 tarihinde gerçekleştirdiğimiz TIRMANIŞ ZİRVESİ’nde konuşmacılar ve konuşulanlar üzerine
Ömer Tüzel – Türkiye Dağcılık Tarihi ve Değişimi
Tırmanış zirvesinin açılış konuşmasının ardından ilk konuşmacı olarak Ömer Tüzel sahneye çıktı. Sunumunun başlangıcında “Türkiye Dağcılık Tarihi” derken, anı anlatıp nostalji yapmak yerine, dağcılık camiasında bulunduğu 30 sene içinde Türk dağcılığındaki değişikliklerden ve bu konudaki gözlemlerini dile getirdi.
Ülkemize özgü garip bir fenomen olan ve dağcılığın geliştiği hiçbir ülkede görülmeyen ‘ülke dağcılığını kurtarma’ muhabbetinden söz ederek, bunun sebeplerini de; Türk Dağcılık Federasyonu’nun “köhneleşmiş dağcılık anlayışı”, dağcılık kulüplerinin çoğunun trekking kulübü olmanın ötesine geçememesi ve genel olarak dağcılarımızdaki vizyon eksikliği olarak tanımladı.
Ömer Tüzel konuşmasına Türk dağcılık tarihinde 30-40 yıl geriye gidip o zamanın şartlarından bahsederek devam etti. Bilgisayarın, internetin, malzemeye ve hatta bilgiye erişimin olmadığı zamanlarda, zamanın dağcılarının hayal güçlerini kullanarak çözümler ürettiğini, kendisinin ise bir arkadaşı tarafından hediye edilen Royal Robbins’in yazdığı Basic Rockcraft adlı kitaptan öğrenmeye çalıştığını dile getirdi. Makul bir kıyasın sadece benzer şartlarda olabileceğini, 30 yıl önceki ve şimdiki Türk dağcılığını karşılaştırmanın abesle iştigal etmenin ötesine geçemeyeceğinin üzerine parmak bastıktan sonra, dağcılığın tanımına geçti. Kendi tanımı ile: “Dağcılık; hayal gücü ile ego arasında bir oyundur ve ekip halinde yapılsa bile doğası gereği bireyseldir.”
Yeni nesil tırmanışçılara, kendilerini rehber kitapların esaretinden arındırıp, hayal güçlerini kullanmalarını tavsiye ediyor. Sonrasında ise bir faaliyeti için sponsorluk arayış anısını anlatarak eski zamanlardaki bakış açısının dağcılığa ne kadar uzak olduğunu, artık dağa gitmek için maddi imkânların çok geliştiğini söyledi. Konuşmasını “Bütün mesele bireye dayanıyor, yeter ki; ego ve hayal gücü arasındaki o zihin oyunundan zevk almayı öğrenmiş olsun” diyerek, “dağların zirvelerine tırmananlar; yarı kendilerine, yarı ebediyete âşıktırlar.” alıntısıyla sunum bölümünü bitirdi.
Soru-cevap kısmında, dağcılığın her ne kadar ekip halinde yapılan bir spor olsa da, bireyselliğin bu işte çok önemli olduğunu, fakat ekip içinde de bireysel olmanın her zaman kolay olmadığını belirtti.
İnsanların kitleler halinde dağlara her tarafından çıkıp, bunu bir haber değeri aramaksızın yaptıklarında ülke dağcılığını gelişmiş sayabileceğimizden bahsetti.
Hayatını dağcılıktan kazananların kendilerine ekstrem hedefler koymalarını anlayabildiğini fakat, bu işi keyif için yapanların kendini sınıflandırıp sadece rekor kırmak ve yüksek hedefler koymak zorunluluğunun olmadığını belirtti. İnsanın kendisine istediği bir hedefi koyup, bu hedefe zevk alarak ulaşmasının asıl mesele olduğunu söyledi. “Belirli hedefler var ve bunları hedefleyip yapmayan dağcı olmuyor” bakış açısının yanlış olduğunu açıkladı.
Daha sonra genç dağcıların sorularına aydınlatıcı cevaplar vererek, onlara nelerden kaçınmaları gerektiğini ve dağcılığa doğru bakış açısının nasıl olması gerektiğini anlatarak soru cevap bölümünü ve konuşmasını tamamladı. Bakış açımızı değiştirip, ufkumuzu genişleten bu güzel konuşmasından dolayı Ömer Tüzel’e tekrar teşekkür ediyoruz.
Yeni Nesil Tırmanışçılar
Ömer Tüzel’in konuşmasından sonra sahneye, henüz bu işin çok başında olan, dağcılığa ve tırmanışa gönül vermiş Umut Şenliol, Ahmet Narmanlı, Nursen Yılmaz ve Yavuz Gültekin’i, Fatih Maytalman’ın moderatörlüğünde sahneye davet ettik ve fikirlerini paylaşabilmek adına bir panel gerçekleştirdik.
Katılımcıları tanıyıp dağcılığa başlama hikâyelerini dinledikten sonra ilk soruya geçildi.
İlk soru “Öğrenci kulüpleri dağcılık ve tırmanışa başlamak için ne kadar yeterli, üniversite kulüpleri bize ne katar ya da bizi kısıtlar mı” idi. Ahmet: “Kendini ne kadar geliştirebileceğin sana kalmış. Ayrıca kulübe girdiğin zaman bir topluluk içinde nasıl davranacağını, iş bölümü yapmayı öğreniyorsun” diyor. Nursen, “Başlamak için kulüpler ideal ortamlardır. Kendini daha fazla geliştirebilmek için insanlar bir araya gelerek bir şeyler ortaya koymaya çalışıyor ve kulüpler de bunun temelini oluşturuyor diye düşünüyorum. Ama maalesef kulüpte her zaman seninle, gitmek istediğin faaliyete gelecek birini bulamıyorsun, o zaman kısıtlayabiliyor” diyor. Yavuz ise dağcılık kulübüne aktif olabilmek için ciddi bir zaman ayırılması gerektiğini ve bu işin ciddi yapılması gerektiğini düşünüyor. Kulübün kişiye engel olduğuna inanmıyor, bireyin sağlam bir projesi olduğunda bunun sadece kulüple yapılabilecek anlamına gelmediğini söylüyor. Yavuz, kulübün asla geriye çekmediğini, tam tersine, ileriye ittiğini anlatıyor. Umut, Türkiye’deki dağcılık kulüplerinin çoğunun yeterli malzemeleri olsa da, temel eğitimleri alamadıkları için bu işe giremediklerinden bahsediyor. Kulüplerin sınırlama konusunda ise Yavuz’la aynı fikirde olduğunu, fakat bilinçsizce bir etkinliğe gitmek isteyen insanlara bir noktada dur diyecek bir karar ve kontrol mekanizması olması gerektiğini söylüyor.
İkinci soruda kulüplerin insanların ilişkilerini sınırlayıp sınırlamaması konusu tartışıldı. Her kulübün farklı bir ortamı olduğu için bazı insanlar aldığı temel eğitimlerin yoğunluğu nedeniyle etkileşimin az olabildiği söylendi. Öte yandan daha yeni kurulan kulüplerde tecrübe aktarımı her zaman karşılanamadığı için eğitmenlerden yardım alındığını, bu durumun da etkileşimi zorunlu hale getirdiğinden bahsedildi. Fakat eğitimleri tamamladıktan sonra kendini daha fazla geliştirmek isteyen dağcılar/tırmanışçılar için farklı insanlarla iletişime geçme zorunluluğunun kaçınılmaz olduğu konuşuldu.
Üçüncü soru olan, “Bireysel tırmanışçılar olarak sizi en çok zorlayan etkenler ne idi, gerçekleştirmek istediğiniz hayalleriniz var mı?” sorusuna Yavuz, iş hayatı ve dağcılığı aynı anda yapmanın zorluklarından, lokasyonun büyük bir problem olduğundan bahsetti, diğer konuşmacılar da buna katıldıklarını dile getirdiler. Yavuz, yakın zamandaki planları arasında dağ coğrafyasına daha yakın yaşamanın olduğunu söylüyor. Umut, faaliyet yapmanın ulaşım gibi sebeplerden dolayı çok masraflı olduğu için işe girdiğini ve bu nedenle ister istemez dağlardan ve dağcılıktan uzaklaştığını söyledi ve ardından Cilo Dağına gitmek istediğini ekledi. Ahmet, gelecekte yapacağım ve geçmişte yapabilirdim gibi ifadelerin gereksiz olduğundan bahsetti. Şu anı düşünmenin hayatını daha iyi etkilediğini dile getirdi. Nursen, okulun bazı noktalarda engel olduğunu söyledi. Tırmanışın nankör bir spor olduğunu, bir süre ara verince fiziksel olarak çok etkilendiğini, bunun için antrenmanına daha fazla ağırlık verdiğini dile getirdi.
Dördüncü soru “Dağcılık/tırmanma eylemini daha hafif yapmayı düşündünüz mü yoksa tamamen bu işi yapmadığınız zamanlarda kendinizi rahatsız mı hissetiniz?” idi. Genel olarak, bazı tırmanışçıların dağcılık üzerine tümüyle yoğunlaşamayacaklarını anladıkları zaman bırakabildiklerinden bahsedildi. “Performans olarak en iyi olduğunuz dönem aslında en tehlikeli dönemdir çünkü ufak olumsuzluklar sizi hemen demoralize edebilir.“ Buna karşın bir tırmanışı çok seven bir insan, ara bile verse, daha hafif de yapsa, yaptığından keyif alır. Bunun bir nedeni de hiçbir şey yapmamış bile olsa dağ coğrafyasında, sevdiği bir alanda olduğu için mutlu olur dendi.
Beşinci soruda anılardan bahsedildi. Katılımcılar dağda tehlikeli anlar geçirdikleri ya da mental olarak kırıldıkları dönemleri ve sebeplerini anlattılar.
Altıncı ve son olarak katılımcılara “Tırmanışınızı ne kadar ilerletmeyi düşünüyorsunuz, kendinize koyduğunuz bir hedefiniz var mı?” sorusunu yönelttik. Yavuz, uzun duvar tırmanışı konusunda kendini geliştirmek istediğini ve yurt dışı coğrafyalarını, Alpler’i görmek istediğini söyledi ve bu kış için de planları olduğundan bahsetti. Nursen, Aladağlar’da duvar tırmanışı yapmak ve mümkünse ilk çıkış yapmak gibi bir hedefinin olduğunu söyledi. Ahmet, hedeflerin gelecekte olduğunu ve gelecek yerine şu anı düşündüğü için hedeflerini gerçekleştirmek için yaptığı antrenman programını anlattı. Umut, Aladağlar’da görmediği, çok sık gitmediği yerlere gitmek istediğini söyledi. Genelde katılımcılar uzun vadeli/uçuk hedefler koymak istemediklerini dile getirdiler.
Panele dinleyicilerin soruları cevaplandıktan sonra son verildi.
Doğan Palut Spor Tırmanış ve Alpinizm İlişkisi
Tırmanış Zirvesi’nin ilk gününde 3. konuşmacı olarak ‘Spor Tırmanış ve Alpinizm İlişkisi’ konulu sunumuyla Doğan Palut’u ağırladık.
Doğan Palut konuşmasına, spor tırmanışın ilk örneklerinin nasıl yapıldığına, gelişim sürecine ve o zamanki spor tırmanış ile şimdiki spor tırmanış arasındaki farklardan bahsederek başladı. 80li yıllarda spor tırmanışın gelişmesiyle yüksek dağlardaki kaya duvarlarının tırmanılabilir hale gelmesi ve genel olarak tırmanışın zorluk derecesinin ilerletilip ötelendiğinden bahsetti. Bunun başarılmasındaki temel etmenin artık tırmanış antrenmanının doğadan alınıp şehirde çeşitli şekillerde de yapılabilmeye başlanması olduğunu söyledi. Bu daha sık antrenman yapma şansının hem dağlarda, hem de spor tırmanışta daha önce başarılmamış zorlukta rotalarının çıkılmasına olanak sağladığına dikkat çekti. Belli başlı rotaların serbest çıkılmasının da önemli bir unsur olduğunu ekledi. Konuşmasının çoğunda olduğu gibi tırmanış ve dağcılık dünyasının önemli isimlerinin başarılarına ve bu spor ile olan etkileşimlerine değindi. Son olarak farklı spor tırmanış tekniklerinin geliştirilip, üzerinde çalışılarak dağlara gidilmesi ve bu sayede dağdaki riskin en aza indirilmesi üzerine değinip soru cevap bölümüne geçiyor.
Eylem Elif Maviş, Burçak Özoğlu Poçan, Serhan Poçan, Bora Maviş- Dağlara Tutunmak
Günün son konuşmacıları olarak sahneye çıkan: Eylem Elif Maviş, Burçak Özoğlu Poçan, Serhan Poçan ve Bora Maviş “Dağlara Tutunmak” başlıklı konuşmalarıyla bizlerle birlikte oldu.
İlk olarak grubu temsilen sahneye çıkan Serhan Poçan, fotoğraflardan oluşan derlemeyi izleyicilerle buluşturdu. İzleyicilerin beğenisini kazanan bu eğlenceli derlemenin ardından grubun geri kalan üyeleri de sahnede yerlerini aldı. Grubun sözcülüğünü üstlenen Serhan Poçan, Boğaziçi Üniversitesi Dağcılık Kulübü’nün 45. yılını kutlayarak sözlerine başladı.
Bir diyalektiğin içinde büyüdüklerini söyleyen Serhan Poçan, buradaki “biz” kavramını DKSK, ADB ve ORDOS’un karışımı olarak ifade etti. DKSK’nın kolektif, biraz tutucu, korumacı yanını; ADB’nin atılımcı, biraz haşarı çocuk, daha alpinist, daha vurucu yanını kendilerinde gördüklerini söyleyen Serhan Poçan, bu ikisinin arasında çok gidip geldiklerini ifade etti. 90’larda bir kırılma yaşayarak, “Ne DKSK’yız ne de ADB, biz bunların arasında hibrit bir ögeyiz” olarak kendilerini tanımladıklarını söyledi. Dağların hiçbir zaman onlar için romantik oyun alanları olmadığını söyleyen Serhan Poçan, DKSK ve ADB arasındaki ruhu değiştirdikleri yerin tam olarak bu noktada olduğunu ifade etti. ADB ile birlikte daha gerçekliğe dönük, daha planlı, hedefli dağcılık yapmaya başladıklarından bahsetti.
İnsanların dağcılık dönemini “ergenlik, delikanlılık ve olgunluk” olarak üç döneme ayırdıklarını ifade eden Serhan Poçan, bu dönemlerin artılarını, eksilerini, kapsamlarını açıkladıktan sonra yapabildiklerinin ve yapamadıklarının adını koymanın onlar için çok değerli olduğunu ifade etti.
Kendilerine yönelttikleri “Pratik olarak ne yapıyoruz?” sorusuna grup adına cevap veren Serhan Poçan, hayat koşullarının onları uzun vadeli ekspedisyon planlarından uzak tuttuğundan bahsetti. Bunun üzerine yeni arayışlar içerisine giren ekip, sırt hatlarına gitmeye karar verdiklerini açıkladı. Hedef koyma ve hırs arasındaki ince çizgiden bahsettikten sonra olabilen yerlerde bir sırtı baştan sona yürümeyi hedeflediklerini ifade etti. Daha sonra başka bir pratik olan, dağcılık ve koşunun iç içe girdiği, DKSK ve ORDOS’un ortaklaşa yürüttüğü Sky Trail’den bahsetti ve kulüplere katılım ve istasyonları bölüşme çağrısında bulundu. Son olarak “Tek İpte Altı Yürek” ve “Hazır mısın Everest?” belgesellerinden bahseden Serhan Poçan, konuşmasını tamamladı. Burçak Özoğlu Poçan, “ergenlik, delikanlılık, olgunluk” evrelerinin bireysel bir süreç olmasının yanında kolektifliği de içinde barındırdığını ekledikten sonra sözü izleyicilere bıraktı.
“Dışarıdan bakıldığında kapalı bir grup gibi gözüküyorsunuz. Her sene DKSK’dan kaç kişi ORDOS’a dâhil olabiliyor? Oradaki sistematik düzen nasıl işliyor?” sorusuna Eylem Elif Maviş şu şekilde cevap verdi: “DKSK’da 3-4 yıla yayılan bir eğitim süreci oluyor. Ama genelde DKSK’daki insanlar işe başlamadan onlara kapıları tam olarak açmamaya çalışıyoruz. Çünkü biz ORDOS olarak işe başlamış ve dağcılığı devam ettirmeye çalışan kesimiz. Onlar o noktaya geldiklerinde ve devam ediyorlarsa dağcılığa, zaten kendiliğinden bizimle birlikte dağa gitmeye devam etmiş oluyorlar. Ama Sky Trail esnasında onlarla daha çabuk tanışıyoruz, ilk senesindeki insanlarla bile dağa gittiğimiz oluyor. Ama derneğe üyelik daha geç oluyor. Bir kapalılık gerçekten yok. Sonuçta o ekolden olup dağcılığa devam eden herkes ORDOS’ta oluyor.”
“Kaç yıllık bir ekipsiniz? Bu ekip içindeki gerilim nasıl?” sorusuna Bora Maviş: “93-94 döneminde tanıştık sanırım. Yoğun dönemimizde en az 10 senedir tanışıklıklar üzerine gittik. Yaptığımız her çeşit dağcılığa göre ikinci soruna vereceğim cevap değişecektir. Dönelim veya ilerleyelim diyen kişiler o ana göre çok değişiyor. Benim genelde itekleyen kişi olduğumu söylüyor arkadaşlarım. Aslında gerilimler o tarz konulardan çıkmıyor. Gidip gitmemek, çok hızlı aldığımız oldukça da basit kararlar aslında diğer gerilimli diyebileceğimiz konulara göre.” Ardından Burçak Özoğlu Poçan ekledi: “DKSK’dan gelen çok katı kurallarımız var. Eğer büyük, kalabalık ve uzun süreli bir tırmanışa gidiyor isek orda her tür ikili ilişkiyi askıya alıp, duygusuz bir ekibe dönme gibi bir becerimiz var. O yüzden ekibin lideri kimse o mutlak kararı verir. Ancak bunu bu kadar sıkı tutarak hem akıl hem fiziksel sağlığımızı koruyabiliyoruz. Ama Bora’nın dediği gibi bir yapımız da var. Hem kolektifçi, katı, ekipçi bir yanımız var hem de küçülüp iddialı işler yapmaya başladığımız zaman o roller değişmeye başlıyor. Ama gerektiğinde, hayati önemi olduğunu ve ortak başarıya ulaştıracağını düşündüğümüzde gerçekten o sosyal ilişkimizi de kuralıyla yapıyoruz.”
“İşin yüksek irtifa kısmı çok çekici aynı zamanda çok ütopik geliyor. O aşamaya geçmek için neye ihtiyacımız var?” sorusuna Eylem Elif Maviş: “O son noktayı pek düşünme diye tavsiye edebilirim. Çünkü zaten her biri birer amaç. Yeni başlayan biri için 3000’lik bir zirve ilk hedef olabilir. Onu yaptıktan sonra, bir sonraki daha olabilir hale geliyor. İlk önce 3000 yapılır, sonra 4000’e gidilir, sonra 5000’e gidilir. Adım adım…” Ardından Serhan Poçan ekledi: “Paradigmaya oynamak lazım. 7000’e gitmek diye başlayan şeyler sağlıklı olmayabilir. Biz dağlara ayıp etmemek gerektiğine çok sıkı sıkıya inanırız. O dağ herhangi bir 7000 ise sana sinirlenir zaten. Bir dağa gitmek için uğraşılır, o 5000’lik bir dağ da olabilir 6000’lik de. O dağla bir kaynaşmak lazım, onun geçmişini okumak lazım. Dünyanın en önemli dağını o yapmak lazım. Kendimize de bunu söyleriz.” Ayrıca Serhan Poçan Tien-Şan faaliyetinde yaşadığı ikilemleri anlattı. Burçak Özoğlu Poçan da DKSK’lılar olarak federasyonla yaptıkları tırmanışları DKSK’da ve daha sonra ORDOS’ta nasıl uyguladıklarından bahsetti.
“İş hayatınız dağcılık faaliyetlerinizden nasıl etkilendi?” sorusuna Burçak Özoğlu Poçan buna kötü bir örnek olduklarını belirterek Everest’e gitmeden önce çoğu kişinin işinden istifa ettiğini veya atıldıklarını söyledi. Eylem Elif Maviş ise dağcılığın iş hayatına olumlu etkilerinden bahsetti. İş hayatının engel oluşturmadığını ifade etti.
“Antrenmana ne kadar zaman ayırıyorsunuz?” sorusuna Eylem Elif Maviş bir şeye mecbur kalındığında mutlaka zaman yaratıldığını söyledi. Serhan Poçan ise antrenmansız herhangi bir düzey dağcılığın onlar için mümkün olamayacağını ekledi.
“Çift olarak bu sporu yapmanın size avantajları ve dezavantajları neler?” sorusuna Serhan Poçan kurallar olmadan uzun bir faaliyetin çok zor olacağından bahsetti. Bu açıdan dağda ikili ilişkilere girmediklerini tekrar belirtti ve ikili konuşmanın tehlikesinden bahsetti. Burçak Özoğlu Poçan ise ayak bağı olmuyor diyerek esprili bir cevap verdi.
“Şehir hayatı, iş ve dağ dengesini nasıl sağlıyorsunuz?” sorusuna Burçak Özoğlu Poçan “Kentli olduğumuz için dağcıyız.” dedi ve bu durumu çok güzel bir şekilde ifade etti. Serhan Poçan ise “Şehri özletecek dağ planları yapmıyorsanız, kendinizi hak ettiğiniz yere getirmiyorsunuzdur.” diye açıkladı.
“Everest’te son gece kampındaki atmosfer nasıl oluyor?” sorusuna Eylem Elif Maviş, zirveye yola çıkıyorum duygusundan çok hazırlıkların düşünüldüğünü söyledi.
“Motivasyon kaybını nasıl aşıyorsunuz?” sorusuna Bora Maviş, antrenman sürecinin sonucunda motivasyonu korumanın daha zor olduğunu fakat motivasyon kaybını çok kafaya takmamak gerektiğini, illa yine bir faaliyet için fırsat çıkacağını ifade etti. Hayal kırıklıklarının olduğunu ama başka türlüsünün de mümkün olmadığını düşününce yapacak bir şey kalmadığını belirtti.
“Kadın dağcılar olarak başınıza gelen farklı olaylar var mı?” sorusuna Burçak Özoğlu Poçan, Türkiye’de yüksek irtifada kadınların sayısının sevindirici olduğunu ve dağda kadın olmanın avantajlı yönlerini belirtti. Serhan Poçan ise kadın egemen bir grup olduklarını ifade etti.
“Başınıza gelen kazalardan bahsedebilir misiniz?” sorusuna Serhan Poçan, çoğunun dağda çeşitli yerlerini kırdığını, hatasız kaza olmayacağını ama bundan ders çıkarmanın çok önemli olduğunu ifade etti.
Kurtarma çalışmalarının nasıl olduğu hakkında deneyimlerini aktaran Serhan Poçan, iş bölümünün nasıl sözsüz yapılabildiğini belirterek konuşmasını tamamladı. Ülkemizin böylesine değerli dağcılarının deneyimlerini dinlemek bizim için büyük bir şanstı. Hepsine tekrar teşekkür ediyoruz.
Haldun Aydıngün – Neden Bırakıyorlar?
Düzenlediğimiz etkinliğin ikinci gününün açılış konuşmasını BÜDAK’ın ilk üyelerinden olan ve dağcılığa yıllarını vermiş Haldun Aydıngün yaptı. Uzun zamandır dağcılık ve tırmanışla uğraşan Haldun Aydıngün, bir süredir cevaplamaya çalıştığı “ Neden Bırakıyorlar?” sorusu için hazırladığı sunumunu bizlerle paylaştı.
“Yapacağınız dağcılığı tekrar tanımlamanız gerekiyor.” Aydıngün konuşmasına bu cümle ile başladı. Okulu bitiren bir dağcının artık bu spora üniversite günlerindeki kadar zaman ayıramayacağından hedeflerini ve isteklerini tekrar değerlendirip, bundan sonraki süreç için hazırlıklı olması gerektiğini söyledi. Ayrıca okulu bitiren dağcılar için kolaylaştırıcı destekler olması gerektiğini ekledi.
“Tekrar tekrar dağlara gitmek için kendinizi nasıl motive edeceksiniz sorusuna cevap bulun.”
Haldun Aydıngün insanları bu spordan uzaklaştıran nedenleri bazı ana maddeler altında toplamayı doğru bulmuş. Bu nedenlerin temelini ise alt yapısal ve kültürel olarak değerlendirdi.
Ülkemizde yeni başlayan tırmanışçılara ve dağcılara aşırı yüksek hedeflerin empoze edildiğinden bahsetti. “Bu yüksek hedeflere ulaşamayan çoğunluk, kendilerini bu sporda başarısız gördükleri için uzaklaşıyorlar” diye ekledi. Ayrıca, bu fazla yüksek hedeflerin, ülkemizde dağcılık ve tırmanış sporlarının üzerindeki en büyük problem olduğunu söyledi. 4-5 gibi spor tırmanış için kolay görülebilecek derecelerin küçümsenmemesi gerektiğini, bu rotaların tırmanış yapacak insan sayısını artırıp, tırmanış endüstrisini geliştireceğini ve böylece ülkemizde dağcılık ve spor tırmanışa bakışın farklılaşacağını söyledi. Dünya’nın çeşitli ülkelerinde yaşadığı tecrübeleri bize aktararak argümanını destekledi.
Dağcılıkta 25-35 yaş aralığının önemini vurgulayan Haldun Aydıngün, bu yaşlarda insanların mezun olup yeni iş sahibi olduklarından dağcılığa fazla zaman ayıramamalarının normal olduğunu söyledi. Bu süreçte asıl önemli olanın çok kopmamak olduğunu, 35 yaşına gelindiğinde tekrar başlayabilmek için fit bir vücuda ihtiyaç olduğunu ekledi.
“Dağcılık edebiyatı kesinlikle okunmalı.”
Bu işin olmazsa olmazı geçmişi ve günceli takip etmektir diyen Aydıngün, artık kitap bulmaktaki sıkıntıların eskiye göre çok azaldığını ayrıca yurtiçinde ve yurtdışında çok iyi bloglar olduğunu ve bunların takip edilmesi gerektiğini iletti.
“Dağcılığa devam edebilmek için projeniz olmalı. Eve döndüğünüz zaman sizi tekrar dağlara götürecek bir neden olmalı.”
Bunun üzerine kendi projelerinden bahseden Aydıngün, kişisel projelerin çok zor, çok çaba gerektiren işler olması gerekmediğini, asıl önemli olanın koyduğu hedefin kişiyi mutlu etmesi olduğunu vurguladı.
Ayrıca ülkemizde semt kulüplerinin yanlış yapılanmaları ve yetersizliğinden dolayı rehberlik hizmeti ve partner konusunda dağcıların sıkıntı çektiğini iletti.
Türkiye’de daha fazla kolay tırmanış rotası olması gerektiğinin altını tekrar tekrar çizen Aydıngün, bu sorumluluğun hepimizde olduğunu belirtti.
Ayrıca dağ evi sayısı ve hizmetlerinin azlığının, Türkiye dağcılığının gelişmesinde engel teşkil ettiğini söyledi.
“Tırmanış zevkli bir uğraştır ve zevk için yapılmalıdır. Ülkemizde tırmanışa bakış, daha çok ego temelli ve bunun değiştirilmesi gerekiyor” diyerek sözlerini noktaladı ve soru cevap kısmına geçildi.
Aykut Türem – Dolomitlerde Tırmanış ve Tırmanış Kültürü Hakkında
Türkiye’de alpin tırmanışın en önemli temsilcilerinden, aynı zamanda tirmanis.org ile meraklı herkese çok büyük katkılar sağlamaya devam eden Aykut Türem “Dolomitlerde Tırmanış ve Tırmanış Kültürü” sunumunu yapmak üzere Tırmanış Zirvesinin ikinci günü sahnedeydi.
Aykut Türem, 19 yıldır sürdürdüğü aktif tırmanış yaşamından ve tırmanışa başladığı YTÜDAK’tan kısaca bahsetti. Dolomitlerde deneyimlediği alpinizm kültüründen bahsedebilmek için öncelikle yurtiçinde gerçekleştirdiği faaliyetlere değindi. Türem’in Dolomitler’le tanışması 2006 yılında işi vasıtasıyla İtalya’ya gittiğinde gerçekleşmiş. İlk gittiğinde Milano’ya yakın bölgelerde ünlü İtalyan dağcılarının da tırmanışa başladığı alanlarda faaliyetler gerçekleştirmiş. Daha sonra yine 2006 yılında partneri Mustafa Yeşildal ile yaptıkları Mont Blanc Masif tırmanışında bu coğrafyanın gerek irtifa, gerekse granit yapısı ile teknik tırmanış açısından Türkiye’deki alpinizm deneyimlerinden farklı olduğunu fark etmişler. Sonrasında rotaları, tarz olarak da Aladağlar’a daha yakın olan, Dolomitler’e çevrilmiş. Bu bölge, ismini, Aladağlardan farklı olan dik kaya yapısı sebebiyle almış. Dolomitlerdeki insan profilinin daha çok trekking ya da koşu gibi tırmanış dışı sporlarla ilgilenen ve bu işi zaman buldukça yapan insanlardan oluştuğundan ve bu popülasyonun doğa sporlarının ekonomik sektör boyutu için öneminden bahsetti Aykut Türem ve bu ara kesimin ne yazık ki Türkiye’de pek bulunmadığını ekledi. Partneri Mustafa Yeşildal ile burada birçok klasik rota tırmanmışlar. Anlattığı tırmanış anılarını büyük bir keyifle dinledik. Konuşmasının devamında Dolomitler bölgesindeki Marmolada ve Civetta Dağları ve oradaki faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgiler edindik. Bu konuya değinirken aynı zamanda yapılan faaliyetlerin kayıt altına alınıp, merak eden insanların erişimine sunulmasının ve tabii ki bu insanların araştırıp okumasının öneminden bahsetti Aykut abi. Bunun ardından bir parantez açarak Uğur Uluocak’ı andı. Dolomitlerden sonra Sarca Vadisi’nin yaklaşık 520m uzun duvar rotasına ev sahipliği yaptığına ve buradaki deneyimlerine değindi. Aykut Türem 17 yıldır tam zamanlı çalışıyor, evli ve bir çocuk babası. Konuşmasının sonunda bu şartlar altında ve Türkiye koşullarında nasıl tırmanmayı sürdürdüğü ve nelere dikkat edip nasıl tercihler yaptığını anlattı.
Arda Uruluer, Ahmet Güner, Efe Can Sevil – Sporcu ve İşletmecinin Gözünden Tırmanışın Sürdürülebilirliği
Son konuşmacılarımız olan Arda Uruluer, Efe Can Sevil ve Ahmet Güner’i “Sporcu ve İşletmecinin Gözünden Tırmanışın Sürdürülebilirliği” başlıklı konuşmalarıyla sahnede ağırladık. Konuşmacıların her biri, üniversiteye başlamalarının ardından kulüp ile tanışmalarını, o zamanlarda kulüp içinde birbirleriyle ilişkilerini ve yaşadıkları deneyimleri anlatarak başladılar. Ardından Arda ve Efe’nin, tırmanışı seven iki BÜDAK üyesi olmaktan nasıl birer tırmanış salonu işletmecilerine dönüştüklerinin hikâyesini dinledik. Dediklerine göre, ilk amaçları çok iyi bir antrenman salonu açarak, Türkiye’de tırmanışla ilgilenen insanların kendilerini daha da geliştirmelerine vesile olmaktı. En başta bu sporu halka yaymak, popülerleştirmek gibi hedefleri yoktu. Şimdi ise, iyi sporcuların yetişmesi için öncelikle benzer işletmelerin (tırmanış gymleri) gelişip, tırmanış sporunun daha fazla insan tarafından benimsenmesi gerektiğini söylediler ve bunların olması için de bu sporun popülerleşmesi gerektiğini vurguladılar.
Türkiye’deki yarışmalarda gösterdikleri başarılar kendilerini bir süre motive etmiş, fakat yurtdışındaki yarışmalara gittiklerinde işler öyle ilerlememiş ve bekledikleri performansı oralarda sergileyememişler. Bu da onlarda Türkiye’de bir şeylerin yanlış gittiğine dair farkındalık yaratmış. Bunun ardından, daha çok insana hitap edecek olan daha büyük bir tırmanış salonunun planlarını yapmaya başlayarak ve aynı zamanda yabancı kaynaklardan ve sporculardan bilgi almayı sürdürerek, yurtdışındaki tırmanış sporu algısının Türkiye’de oluşmasına zemin hazırlamışlar.
“Bu bakış açısı altında, sadece kariyerlerini bu yönde devam ettirecek sporcuları değil aynı zamanda bu işi zevk için yapacak olan insanları da tırmanışla tanıştırmaya ve devamlılıklarını sağlamaya yönelik girişimler yapılmalı” diyor üçü de. Türkiye’de bu bakış açısının eksikliği, tırmanışla yeni tanışmış bir insanın “tırmanış zormuş” kanısına hemen varmasına sebebiyet verebilir veya herkesin tanıdık olabileceği “Geyve – Halk Ekmek’te sıra bekleyen tırmanışçılar” manzarası üzerinden örneklenebilir.
Türkiye’de tırmanışın gelişmesi için yapılacaklara gelindiğinde, ilk önemli adımın bu bakış açısının etkisini göstererek, insanlar üzerindeki algıyı değiştirmesi olacağını söylüyorlar. Ardından, bu sporun arkasında güçlü ve destekleyici bir federasyonun durması gerektiğinden ve nitelikli, işini bilen eğitmen ve antrenörlerin yetiştirilmesinin elzem olduğundan bahsettiler. Tırmanışa gösterilen ilgi arttıkça, sporculara verilecek maddi desteğe de imkân sağlanmış olacağını eklediler.
Konuşmacılarımız son olarak 2020 olimpiyatları ile olimpik bir spor dalına dönüşecek olan tırmanış için Türkiye’de kurulması gerekecek yeni federasyonun alacağı bütçeyi nasıl değerlendirecekleri konusunda birkaç soru işareti bırakarak konuşmalarını sonlandırdılar.
Konuşmadan sonraki soru-cevap kısmında, kendilerine yöneltilen “Sizi tırmanışa devam ettiren motivasyonunuz nedir?” sorusuna verdikleri cevapları derleyecek olursak: Ahmet tırmanmaya devam etmek, güzel vakit geçirmek, güzel rotalara (derecelerinden bağımsız olarak) çıkabilmek, performansını yüksek tutmak ve mutlu olmasını sağladığını paylaştı. Arda, içindeki tırmanış motivasyonunu bir bebeğin bir şeylere ulaşma motivasyonuna benzeterek, “30 sene sonra da tırmanabilmek, işin içinde kalmak istiyorum” dedi. Ayrıca, gelecek nesle fayda sağlamayı amaçladığını da ekledi. Efe ise Arda’nın bebek motivasyonu benzetmesini tekrar ederek, boulder rotalarına birer yapbozmuş gibi yaklaşıp, problem çözmeyi ve yapbozun bir parçası olmayı sevdiğini belirtti.
TIRMANIŞ ZİRVESİ ÜZERİNE
Etkinliğin gerçekleşme sürecini anlatmadan düşüncelerimi doğru ifade edemeyeceğimi düşünüyorum.
Okul ve iş arasında geçen yoğun bir dönemde tırmanamadığım günlerde kendimi tırmanış salonunda kahve içerken ya da her türden tırmanışla ilgili bir şeyler okuyup izlerken buluyordum. Himalayalarda ilk çıkışlarından, basit malzemelerin karşılaştırılmasına kadar her bulduğum konu ilgimi çekiyordu. Temmuz ayında bir gün yine David Lama videosu izlerken kendimi tutamayıp ¨Biri nasıl bunu tırmanabilir ya!¨ diye sesli olarak çıkıştım. Etrafımdakiler ne dediğimi anlamadı ancak ben artık sormak istediğim soruları muhataplarına sormam gerektiğini fark ettim. Sıkça okulu bırakıp sevdiğim işi -tırmanışı- yapmayı düşünüyordum. Kendimi geleceğin süper star tırmanışçısı olarak da görmüyordum ama sınırlarımı zorlamak, gidebildiğim kadar gitmek istiyordum. Aslında kendimi de konumlandırmaya çalışıyordum. Nasıl ilerleyebilirim, ne kadar fedakarlıkta bulunabilirim gibi sorular kafamı kurcalıyordu. Sorularım başta oldukça basitti: bu mental ve fiziksel olgunluğa nasıl ulaşılabilir ve çeşitli benzer sorular. Çevremde benimle aynı soruları soran birçok kişi vardı, ayrıca hala üniversitede bir kulüpte aktifken böyle bir etkinlik için ihtiyacımız olan imkanlara sahiptik. İnsanların iletişim bilgilerini internetten toplamaya başladım ve konuyu kulübümüzden arkadaşlarla paylaştım. Arkadaşlarımdan da onay ve destek sözü aldıktan sonra ciddi olarak konuyla ilgilenmeye başladık.
¨Zaten tırmanan bir avuç insanız¨. Bu ve benzeri cümleleri eminim bu yazıyı okuyan herkes duymuştur. Bu bir avuç insana ulaşmak ve bu zirvenin tarihini netleştirmek için uzun mesailer harcandı. Fark ettik ki; ülkemizde aslında bir avuca sığacak kadar da az insan tırmanmıyor. Burada görevli arkadaşlarıma gösterdikleri çaba için teşekkür etmek istiyorum. Onların sayesinde kısa sürede 20’den fazla insanla iletişime geçtik. Aklınıza herhangi bir X kişisinin neden olmadığı sorusu gelmiş olabilir. Konuşmacıları seçerken tırmanışla ilgili olabildiğince çeşitli konuyu iki güne sığdırmayı öncelik aldık. Gelmelerini ve tanışmayı çok istediğimiz, ancak konuların birbiriyle çakışacağını düşündüğümüz için davet etmediğimiz kişiler oldu, kendilerinden bizi mazur görmelerini diliyoruz. Etkinlikte bulunmayan bazı X kişilerine ise kırgınız. Kendileriyle uzun süre iletişim halinde olmamıza rağmen gelemeyeceklerini, etkinliği duyurmadan yalnızca birkaç gün önce ¨Benim başka bir planım vardı¨ gibi bahanelerle bildirmelerini oldukça kaba bir davranış olarak görüyoruz.
Baştaki planlarımıza göre konuşmacılar bizle tırmanış tecrübelerini paylaşacak biz de gaza gelecektik ve ismi Climbing Festival(Boğaziçi etkisinden galiba) olacaktı. İyi
tırmanıcılardan bizim gibi yenilere yoğun bir bilgi aktarımı asıl hedefimizdi. Aday konuşmacılarla konuştukça etkinlik konseptini değiştirmeye karar verdik. Bu kararı vermemizde önemli iki etken vardı: konuşmacılar profesyonel yönlerini ve hikayelerini anlatmaya pek istekli değillerdi, biz ise neyin nasıl tırmanıldığından önce herkesin konuşması gereken konular olduğunu fark ettik. Bu süreçte birçoğunuzun tanıdığı veya adını duyduğu kişiler farklı konularda duydukları rahatsızlıklıkları dile getirdiler. Etik ve sürdürülebilirlik en çok bahsi geçen konular oldu. Bunun yanında bu insanların birbirine geçmiş ya da devam eden mevzularda kırgınlıkları, kızgınlıkları olduğuna da şahit olduk.
Tartışmalı konular ya da tartışan kişiler hakkında bu yazıda fikir belirtmenin çözüme bir katkı yapmayacağını düşünüyorum ama içtenlikle söyleyebilirim ki geneli ilgilendiren çok da büyük olmayan sorunlar küçük gruplarda konuşularak büyük sorunlara dönüşerek karşımıza geliyor. Toplumumuzun genelinde olduğu gibi tırmanan kişilerin de birbiriyle tanışmaya, birbirini etkilemeye ihtiyacı var. Bunun için var olan TDF de ne yapıyor bilmiyorum.
Kısaca biz büyük çaplı bir Tırmanış Zirvesi yapalım diye yola çıkmadık lakin şartlar bunu gerektirdi. Konuşmaların içeriklerini ve videolarını aşağıdan inceleyebilirsiniz.
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Tırmanışta “oyun” kelimesi benim için yeni bir bakış açısı oldu. Zorlu, çok seçenekli, pahalı, benzersiz bir oyun. Oyunları keyifli hale getiren de elinizdekilerle hayal kurup kendinizi bir şekilde ifade etmenizdir. Bu yüzden dağda hayal gücü ve oyun arzusu bilinçsizce yapılan tekrar tırmanışlardan çok daha kıymetli.
Bu işi severek yapan çok kişi varmış, sevmeden yapanlar daha fazla dikkatimizi çekmiş. Sevmeden tırmanmanın da sürdürülebilir olmadığı düşünüyorum. Severek yapan insan sayısı da ne az ne de fazla(yeteri kadar).
Çok uzun yıllardır tırmandığımı söyleyemem ama konuşmalar öncesinde tekrarların bu işin normal yolu olduğunu düşünüyordum. Yeni rotalar, bölgeler keşfetmenin sadece profesyonellere özel olduğu algım vardı. Her iş gibi tırmanışa da yeterli emek verildiği zaman var olanın ötesine profesyonel olmadan da geçilebileceğini anladık. Tırmanış yalnızca Aladağlar, Antalya ve Ballıkayalar’dan ibaret değil, farklı bölgelere gitmeyi hayal etmek gerekli.
Kendimce ulaştığım ya da etrafımdan hissettiğim “tırmanışçı“ kelimesine ağır anlamlar yükleme durumunu hatırlıyorum. “Tırmanıyorum“ diyebilmek için haftada 6 gün antrenman yapmak ya da 8+ dereceleri tırmanmak gibi bir ihtiyacımız yok. Tırmanışı seven ve bunu bir şekilde hayatına yerleştirebilen herkes kendini “tırmanışçı“ olarak adlandırabilir. Haftada 6 gün antrenman yapıp yüksek dereceler tırmanan insanlar genelde profesyonel tırmanışçı oluyor.
Sürdürülebilirlik açısından belki İstanbul’da diğer bölgelere göre daha fazla fedakarlık yapılması gerekiyor ancak imkansız değil. Konuşmacılardan da görebileceğimiz gibi tüm hayatımızı sadece tırmanışa vermeden yıllar boyu devam edilebilir.
Kulüpler -diğerlerini bilmediğim için üniversite kulüpleri- başlamak için oldukça uygun ortamlar. Ortak bir zevk ya da hedef uğruna bir araya gelmek gelişimi destekleyen bir unsur. Şunu da eklememiz gerekiyor ki kulüp kimliği tırmanışçı kimliğini geçtiği zaman desteklemek yerine insanları oldukları yerde bekletebiliyor belki de geriye götürebiliyor.
Bu konuşmalardan umduğumu aldığımı hatta hayal dahi etmediğim yeni şeyler öğrendiğimi söyleyebilirim. Konuşmacıları, katılımcıları tırmanış salonlarında, sosyal medyada sürekli görüyoruz aslında. Merak ederek, soru sorarak birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz var.
Etkinliğe katılan tüm misafirlere ve konuşmacılara; her aşamasında fikir danıştığımız, ellerinden gelen tüm yardımı yapan Efe Can Sevil ve Arda Uruluer’e teşekkür ediyoruz.
Etkinlik sponsorlarımız Züber, Kutup Ayısı ve Boğaziçi Üniversitesi’ne de bize inanıp destekledikleri için teşekkür ediyoruz.
Fatih Maytalman