Trans Aladağlar gezisi planlarımız yaklaşık bir buçuk sene öncesine dayanıyordu. Kulübün eski yıllığını okurken ara ara Trans Aladağlar gezilerine rastladık. Gruptan kimse daha önce Plato tarafına geçmemişti, Aladağlar’ın yarısı bizim için hala bilinmezdi. Emler’den, Beşparmak Sivrisi’nden görüp anlamaya çalışıyorduk. Gezi için herkeste istek çok üst seviyedeydi. Mayıs gibi bu yaz gitmek için kesin kararımızı verdik, yaz kampından sonra da tarihine karar verdik. Yaz okulu sonu gitmek çoğunluğa uyuyordu ama Ozan’ı yaz stajına kaybettik maalesef. Başta Ayça, Pınar, Tuna ve benden oluşan ekip sonra Kayacan, Miray, Emre ve Ekin’in de gelmesiyle 8 kişiye çıktı. Planımız beş günde Sokullupınar’dan Kapuzbaşı’na ulaşmaktı.

 

İki günü Kızılkaya/Eznevit-Karasay ve Üçköşe zirvelerine ayırdık.

 

5-6 Ağustos:

Cumartesi akşamı İstanbul’dan 20.30 Niğde Aydoğanlar arabasıyla yola çıktık. Sabah 7.10’da Niğde’ye vardık. Sonunda 7.30’daki Çamardı arabasına yetişebildik. Salim Abi bizi yol kenarında karşıladı, beraber evine geçtik. Salim Abi’nin kahvaltı teklifini geri çeviremeyip uzun uzun kahvaltımızı yaptık. O gün ilerleyen saatlerde sürekli aklıma kahvaltıdaki reçel geldi. Şimdi yazarken bile canım çekiyor. Teşekkürler Salim Abi. Çok da uzatmadan(!) 10.30 civarı traktörün kasasına atladık Sokullupınar’a doğru yola çıktık. 11.30 da yürümeye başladık. İlk gün yürüyüşün en zorlu günüydü. Kamp yüküyle yaklaşık 1500 metre yükselmemiz gerekiyordu. İkinci molaya kadar kahvaltının da verdiği enerjiyle hızlıca ilerledik. Bizden önce çok fazla giden olduğu için yollar Salim Abi’nin tabiriyle “Londra asfaltı” gibi olmuştu gerçekten. Son 2 saatte 20+ kiloluk çantaların ağırlıyla yavaşlamaya başladık ama yine de çok gecikmeden 17.30 da Çelikbuyduran kamp alanına varmıştık. Sularımızı doldurup biraz dinlendikten sonra çadırlarımızı kurduk. Rüzgar yüzünden var olan çadırduvarlarına ek duvarlar yapmamız gerekiyordu. Gece boyu rüzgar neredeyse hiç kesilmedi.

 

 

 

 

 

7 Ağustos(Bugün grup ikiye ayrıldığı için iki farklı parça halinde yazıldı.):

 

Bugünün planında zirveleri yaptıktan sonra kampı toplayıp Yedigöller’e doğru yola koyulmamız gerekiyordu. Bu yüzden çok vakitkaybetmeden kararlaştırılan saat olan 4.30’da uyandık. Ocakla uğraşmayıp hızlıca kahvaltı yapmanın ardından saat 5.00’te Çelikbuyduran’daki kamp alanımızın güney batısında bulunan boyna tırmanışa başladık.  45 dakika sonra 100 metrelik tepeyi aşmış ve gideceğimiz yer olan Karasay’ı görebiliyorduk. 25 dakikalık mola süresince soluklanıp,  takip edeceğimiz yolu inceledik. 6.10’da yola koyulup 30 dakika sonra Kızılkaya Güneybatı yüzünden sırta ulaştık, orada kısa bir molanın ardından Fatih ile ayrıldık, Fatih Kızılkaya zirveye doğru yola koyuldu. Biz ise sırttan rahat bir şekilde saatler 7:25’i gösteriyorken Karasay zirveye vardık. Zirvenin tadını çıkarıyorken zirve defterinin yerinde olmadığını ve kuzey duvarı tarafında yaklaşık 15 metre aşağı alınamaz bir yere düşmüş olduğunu fark ettik. 20 dakika zirvede kaldıktan sonra Eznevit’e doğru yola koyulduk. İlk olarak bir süre çarşaktan indikten sonra, fazla irtifa kaybetmemek için çok aşağı inmeden sırta yakın bir biçimde ilerledik. Aşağıdan bakıldığında Eznevit zirvenin gözükmeyip arkada kalması yüzünden, karşımızda görünen tepeyi Eznevit zirve sandım. Bunun üzerine yanlış yola saparak iki zirvenin orasındaki tepeye çıktık. Sonrasında geri dönüp çok irtifa kaybetmemek için Tuna ile potansiyel rotalara baktık, sonrasında Tuna 3-4 derecelik tırmanış yaparak bir rotaya bakmaya gitti. Riskli olduğunu söylemesi üzerine grubun geri kalanı olarak biraz geldiğimiz yola doğru yürüyüp daha alçak bir yoldan yolumuza devam ettik. Sonrasında Eznevit  güney doğu yüzünden saat 8:55’de zirveye ulaştık. Bu sırada Fatih’in Kızılkaya zirvesine ulaşmış olduğunun haberini aldık. Zirve defterini karıştırıp çıkışımızı yazarken Tuna tarihi 7.08.2017 yerine 7.07.2017 yazarak yine yanlış yazmayı başardı. Zirvede fotoğraflarımızı çekip vakit geçirdikten sonra 9.25’de geldiğimiz yoldan kamp alanına doğru yola koyulduk. Fatih ile belde buluştuktan sonra 11.20 civarında Çelikbuyduran’ın üstündeki tepedeydik, orda bulunan dik çarşağı çok kişi birlikte inmenin tehlike yaratabileceğinden dolayı üçerli gruplara ayrılıp, gruplar halinde inerek kamp alanına vardık. Çadırlarımıza geçip birkaç atıştırmalık yiyip dinlendik. Uzun bir dinlenişin ardından kampı toplamaya başladık. Saat 14:30’da çantaları sırtımıza alıp yola koyulduk. Yaklaşık 100 metre irtifa kazandıktan sonra saat 15:00’da arkada kalanlar yetişmesi için bir mola verildi. Geri kalan yol sadece iniş olduğu için 45 dakika içinde Yedigöller’deki kamp alanımıza vardık.

 

Kayacan Vesek

—————————————-

Bugün zirve günümüzdü o yüzden 4.30’da uyandık. Sabah önümde iki seçenek vardı.Ya grubun geri kalanıyla Karasay’a gidecektim ya da kendi başıma Kızılkaya’ya gidecektim. Karasay beline karar verene kadar karar vermemeye karar verdim. Karasay beline geldikten sonra Kızılkaya zirvesine gitmeye karar verdim. Başlarda babaları takip ederek zirvenin altına kadar geldim. Tek olduğum için hızlı ve çok düşünmeden hareket ediyordum. Son 50 metrede setlerde birkaç defa kayboldum. Normalde tırmanmamam gereken yerleri tırmandım, sanırım dağda hiç bu kadar korkmadım. 2 kere plato tarafına bakabilecek kadar yanlış tarafa gittim. Zirveye tahminen 15 metre kala ya tamam ya devam noktasına geldim. Bu sefer de kaybolursam inişe geçecektim. Sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi 10 dakika sonra zirvedeydim. Saat 8.20’ye(defterdeki saat yanlış, sonradan düzelttim) gelmişti ve belden sonra 1 saatimi kaybolarak geçirmiştim. Telsizden haber verip, dinozorumla fotoğraflar çekindim. Zirve defterini imzalayıp bir şeyler atıştırdım. Grubun geri kalanın görebiliyordum. Belde buluşacağımız için bir süre daha bir şey yapmadan oturdum zirvede. 9.15 gibi ip inişi yapabileceğim bir yer aradım. Zirveye yakın bir baba bulup inmeye başladım. 4-5 ip inişinden sonra yürümeye başladım. Yavaş yavaş ayrıldığımız bele doğru gittim ve saat 10.30 olmuştu. 10.45’te diğerleri de yanıma geldi bir süre daha mola verdik. 12’de kampa varmıştık. 1-2 saat dinlenmeden sonra kampımızı topladık. Fark ettik ki önceki geceki şiddetli rüzgarda Tunaların çadırın bir direği kırılmış, bizim çadırımızın dış tentesinde ufak bir açılma olmuş. 16.00 civarı platodaki yeni kamp yerimize geldik. Kamp yerimizin birkaç yüz metre batısında köylülerin çadırları vardı. Gidip birer çaylarını içelim dedik ve Ayça, Ekin, ben ziyarete gittik. Halil abi bize ertesi gün platoyu gezdirmeyi, çevreyi genel olarak anlatmayı teklif etti. Bizim(en azından benim 😀 ) de isteğimiz tam olarak buydu. Emmi’nin yokluğunu birazcık da olsa kapatabilme şansımız oldu.(Emmi yokluğun dolmuyor, nolur geri dön!). Çayımızı içip kampa döndük, çadırları kurduk(nizami) ve yattık.

 

8 Ağustos:

 

Önceki akşam planladığımız üzere sabah 6.00’da Halil Abiyle Ortatepe’ye(isimsiz tepe) doğru yürümeye başladık. Halil Abinin eşi debizimle beraber yürümeye geldi ama yükselmeye başladığımız yerde geri dönmeye karar verdi. Ortatepe’den mevsimlik gölleri, birçok zirveyi ve geçidi görme şansımız oldu. Tabi bunları hep görebilirdik ama Halil Abi bize isimlerini genel Aladağlar tarihiyle anlattığı için kafamızda konumlandırmamız kolay oldu. Tepede fotoğraflarımızı çekinip kampa döndüğümüzde saat 8.50 olmuştu. Kahvaltılarımızı yapıp dinlendik.

 

 

Bugün Tuna, Miray, Emre çadırının son kahvaltı günleriydi diyebiliriz. Kahvaltılık malzemeleri karton haricinde bitti. 11 gibi Halil Abi geri geldi. Bu sefer hedef Direktaş’ın güney batısında kalan buzul gölleriydi. Gruptaki herkes buzul görmeye hevesliydi ama ciddi bir yorgunluk vardı hepimizde. Ayça, Kayacan, ben yine de gidelim dedik. 11-15 arası aralıksızyürüdük diyebilirim(bugün dinlenmeyi planlıyorduk ;( ). İrili ufaklı buzul gölleri gördük. Üstü çarşakla kaplanmış buzullarda bir aşağı bir yukarı gidip geldik. Buzul erimesinin belgesellerde gördüğümüzden öte bir gerçek olduğunu Aladağlar’da öğrenmiş olduk. Kampa döndüğümüzde diğerleri göle girmişlerdi. Ya da üstlerinden su aktarmışlar demek daha doğru olabilir. Buzul ekibi olarak çok yorgunduk ama göle girmek için son şansımızdı. Göle alıştıra alıştıra 10 dakikada girebildik ancak. Kayacan suya girdi yarım saate yakın da çıkmadı. Ayça da 10-15 dakika gölde kaldı yüzdü. Çok eğlendiler. Sivaslı, soğuğa dayanıklı yapımla tam 12 saniye göle girdim ben de. Yorgunluk iyice

hissettirmeye başlayınca tişörtlerimizi çoraplarımızı yıkayıp kampa döndük. Biz sek bulgurumuzu(dağda yediğim en iyi bulgur) yerken diğerleri lüks yemeklerini bizimle hiç paylaşmadan bitirdiler. Yatmadan önce 2 saate yakın vampir oynadık.

 

 

 

 

9 Ağustos:

 

Alarm sesleriyle maalesef 6.00’da uyandık. Bizim dışımızdaki iki çadırın kahvaltıya ayırdıkları yiyecekleri iyice azalmıştı. Macarlardan (yanımızdaki köylüler) bir kilo kadar taze peynir aldık. Havanın sıcaklığı, kamp yerinin rahatlığı uyuşukluğumuz artırmış olacak ki 8.30’da ancak kampımızı toplayıp yola çıkabilmiştik.

 

Bugünkü planımız Soğukpınar kamp alanına gitmekti. Sabah bizden bir saat önce bir grup katırlarla yola çıkmışlardı. Onların gittiği yolu takip ettik bir süre, sonra GPS’i nolur nolmaz diye kontrol edelim dedik. Dağın yanlış tarafında kalmışız. Bizim önümüzde patika uzanıyordu ama GPS rotadan yaklaşık 100 metre kadar güneyde olduğumuzu söylüyordu. Fazladan birmetre dahi yükselmeme prensibim gereği kendi rotamızdan devam ettik. Genel olarak rahat olan rotada bir bölümde 200 metreye yakın inmemiz gereken bir çarşak-patika arası bölüme çıktık. Grubun patladığı tek yer burasıydı. Zaman zaman o kadar yavaşladık ki dakikada 15 metreden(yükselti değil düz yol) az gittiğimiz oluyordu. Bir noktadan sonra ben, Kayacan ve Emre gruba mola vereceğimiz yeri gösterip önde gitmeye başladık. Mola yerine geldik bekledik baya bi, diğerleri gelmeyince bakmaya çıktık. Onlar bizim gittiğimiz yoldan değil başka yoldan gitmişlerdi.  Biraz tartışmadan sonra onlar da kısa bir mola verdiler. Yola devam ettik, çarşak inmenin bitmesini bekliyorduk hepimiz. Bitti de. Bittiği noktada biraz daha tartıştık. Sonra yolumuza devam ettik :). Ayça ve ben arkadan geliyorduk. Yolda 2 insanla karşılaştık birinin ayakkabısında problem vardı. Benim sandaletlerimi onlara verdim ve hızlıca mola verebileceğimiz tek gölgelik olan dağ evine gittik. Grubun geri kalanı oradaydı. Kapuzbaşı’ndan sonrası için ulaşım ayarlamamıştık şansımıza orada traktöcüyle de karşılaştık. Daha moladan kalkmamışken yolda karşılaştığımız 2 kişi geldiler. Traktör onları bekliyormuş, bizim çantalarımızı da Soğukpınar’a atabileceklerini söylediler. Grup kararı(benim ve Kayacan’ın dışındaki herkes) traktöre çantaları verelim çıktı. Çantaları traktöre verip biraz daha oyalandık sonra ilerlemeye başladık. İyi ki çantalarımızı vermişiz çünkü aşağı indikçe hava sıcaklığı iyice artmıştı. 1,5-2 saat sonra Soğukpınar kamp alanına vardık.

 

Dağ evi olduğunu bilmiyorduk orada. Hele ki ne dağ evi; sobası, mutfağı, sedirleri, minderleri, halısı, duşu, tuvaleti yani her şeyi vardı. Bizden biraz önce dağ evine ters taraftan gelen Ali Abiyle orada tanıştık, sürekli aramızda konusu açılan dokuzuncumuz da böylece Ali Abi olmuştu. Batak oynadık, rahatça yemeğimizi yaptık, önceki gece içlik montla üşürken gece sıcaktan rahatsız olacak konumdaydık. Şartlar ucuz yapım kamp korku filmi için idealdi.

Gece Ayça, ben, Ali Abi içerde minderlerin üstünde; diğerleri dışarıdaki balkonda uyku tulumlarında yattılar. Bu kararımda oldukça memnun kaldım, rahat ve böceksiz uyku.

 

10 Ağustos:

Sabah 6 gibi kalktık. Herkes elindeki tüm kahvaltılıkları ortaya koydu, masada toplu kahvaltı yaptık. Sularımızı doldurup yola çıktık, 3 saat toprak yoldan ilerledik. Ulupınar köyünü gördükten sonra sağa sapıp asfalt yoldan ilerlemeye başladık. Güneş tepeye çıktıkça işler çirkinleşmeye başladı. Pınar ve Tuna arkadan ilerlerken köylüler yardımcı olmak için durdular. Miray ve Emre’yi ve çantalarımızı arabaya yükleyip yolladık. Ayça, Kayacan, Ekin ve ben yürümeye devam ettik. Hava daha da ısınıp gölgelik alan bulamamaya başladık. Milli park mesire alanında mola verdik. Gölgede otururken binadaki görevli yanımıza garip garip yürüyerek geldi. Bizle yola devam eden köpek adamı görünce kovalamaya başladı, başta köpeği susturmaya çalıştık ama sonra haklı olduğunu anladık. Görevli bize yardımcı olmayı, nereden geldiğimizi, ne yaptığımızı, kim olduğumuzu değil sadece nereli olduğumuz sordu.Kimlik kontrolü yapacaktı köpek kovalamasa. Bizi rahatsız edip kaldırmayı başardı sonunda, giderken de “Siz gidin hele ben bu köpeği öldüreyim!” tarzı laflar etti. Birkaç saat daha sıcak asfaltta yürüyüşün ardından Kapuzbaşı köyüne ulaştık. Bolca ayran ve su içtik. Şelaleleri gezdik, her fırsatta da buz gibi suya girdik.

 

16.00 civarı arabaya bindik, 1.5 saatte Kayseri’ye gittik. Kamp sonrası klasik hamam+iskender ritüelimizi yaptık. Ve kamp bitti…

 

Bizi platoda gezdiren, doğaya bakış açımızı genişleten Halil Korkmaz’a, Ali Babi’ye ve yolda karşılaştığımız bütün dağcılara, doğa severlere teşekkür ediyoruz.

 

Fatih Maytalman


2 yorum

HD Bilişim · 1 Haziran 2020 05:03 tarihinde

Harika görüntüler ve bilgilendirmeler için teşekkür ederiz.

Tarsus avukat · 13 Mayıs 2023 13:01 tarihinde

Kamp yapmak, gezmek ve doğayı deneyimlemek sağlıklı bir yaşam tarzı sunar ve doğanın önemini anlamaya yardımcı olur. Çok güzel bir iş ortaya çıkarmışsınız. Teşekkürler.

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir