4 Mart 2024 Uludağ Wolfram Kulvar Çıkışı

Katılımcılar: Ayşegül Arabacı, Ramazan Tan, Kutay Atak, Mustafa Akar

Şoför: Ramazan Tan

Gideriz, gidemeyiz diye 3 hafta tartıştıktan sonra son bir gayretle yaptığımız Zoom’da hızlıca izinler alındı, dersler ekildi, yeminler edildi ve pazartesi günü Uludağ’a gitmek üzere sözleştik. Belki de geziden daha çok aklımızda kalacak araba kiralama maceramız da başlamış oldu. İki kayıp kimlik, bir yetersiz finans notu ve sorumlu insan Kutay…  Araç kiralamak ciddi bir sanatmış meğer ama biz çok kötü artistlerdik. Herkes içten içe bu gezi patlar diye düşündüğü için araba kiralama işi son ana kalmış, bir self-fulfilling prophecynin içine düşmüştük. Pazar günü araba kiralamak istediğimiz için hiçbir yerde kar lastikli araba bulamıyor, bulduğumuz arabaların da dönüşteki teslim saatini tutturamıyorduk. Yaklaşık 30 acente görüşmesi sonunda araç marka modelinden kiralama politikalarına kadar öğrenmediğimiz tek şey kalmamıştı, ama arabalar yer yarılmış yerin içine gitmişti sanki. En sonunda sıradan lastikli bir arabayla teleferiğe gidip oradan yolumuza bakmaya karar verildi. Ramız ve Ayşegül, Levent’e gidip araba kiralamaya çalışınca eşşek kadar insan Ayşegül’ün finansal notunun yetersizliği yüzünden kapılar yüzümüze kapandı. Metrocity önünde hayatımızı sorgulatan bir sigara içiminden sonra bu iş burada bitmedi deyip Kutay’a ulaştık ve onu İstanbul’un güzide köşesi İstanbul Havalimanına gitmeye ikna ettik. Yollar ve nice engeller aştıktan sonra şans yüzümüze güldü; gıcır gıcır, KAR LASTİKLİ bir Fiat Egeayla zafer turumuzu yapıp Hisar’a döndük.

Daha kulvara girmeden türlü zorlukları aşmıştık, yorgun argın şekilde saat 4.30’da Hisarüstünden Uludağ’a doğru yola çıktık. Yaklaşık 2 saat sonra Bursa merkezdeki Divan Lokantası’na çorba içmek üzere uğradık. Uludağ’a vardığımızda ise saat 8’di. Aşağıdan görebildiğimiz kadarıyla çığ riskinin olmadığını düşünüp çığ malzemelerini bagajda bıraktık. Kalanları rahat bir şekilde hazırlayıp telesiyejle maden bölgesine 10’da ulaştık. Kramponlarımızı giyip yaklaşım yürüyüşü yaparken de aynı rahatlık içinde olduğumuzdan kulvarın başına varışımız saat 12.30’a kadar uzadı.

Kutay’ın hassas ölçümlerine göre 55 derece eğiminde küçük bir yan geçişle kulvarı yavaş yavaş tırmanmaya başladık. Kar miktarı az olduğundan ötürü ağırlıklı olarak buz, kaya ve batak kardan oluşan bir etapta fikirlerimizi çarpıştırmaya başladık. Biraz ileride rotanın kilidi olan 70 derece olduğunu ölçtüğümüz (kaynak Kutay) buzlu kısımdaydık. Mustafa ile Ramız emniyet noktası arayıp buz vidası ve takozun güvenilir olmadığına karar verdiler. Bu sırada Kutay rotanın geçilebilirliğini denerken kendisini birden ilk ip boyunun tepesinde buldu. Ekibin kalanını da geçiş yapabileceklerine ikna eden Kutay’ı takip ettik. Yukarı çıktığımızda Kutay’ın da bizim kadar götü atmış olduğunu fark ettik. Ramız buradan düşsem ölür müyüm hesapları yapıyorken Kutay’ın münasebetsizce kanka çok iyi çıktın demesi Ramız’ı zıvanadan çıkarmış “Kanka ölüyordum a***” diye bağırıp Kutay’ın bulunduğu boşluğa sığışmıştı. Yolun genelinde kramponlarımıza daha çok güveniyorken bu kısımda kazmalarımızın çok daha iyi tuttuğunu söyleyebiliriz.

Rotanın devamında yolun kornişe kadarki zorlandığımız kısmı geçmiş olmanın getirdiği özgüvenle bam bam bastık. Bir noktada Ramız’ı hocası aradı ama Ramız meşguldü. Derken aa ne olmuş, Ayşegül yukarıya bir baktı ki Kutay’ın iki kramponunun da çıkmak üzere olduğunu fark etti. Kutay’ın sağa çekip kramponunu yeniden takabileceği iki ayaklık düz bir yüzey aradık ama bunun meşakkatli olacağını ve zaman kaybı olduğunu düşünüp zirveye kadar Mustafa’nın açtığı merdivenden ilerlemesine karar verdik. Kutay, kulübün sunduğu onca imkân arasından bağlamalı krampon seçmişti ve ona karşı olumsuz duygular besliyordu ama kramponu keyfini bozamazdı. Yolun uzun orta tekdüze kısmını bu şekil geçtikten sonra 2. challenge’ımız The Kornişe vardık. Kornişin olgunluğu hakkında asla fikir birliğine varamadık çünkü kimse hayatında ne böyle bir korniş görmüş ne de duymuştu. “Bizce bu korniş ortalama yaa…” deyip soldaki 10 metrelik etabı yan geçmeye karar verdik.

Öncesinde Ömer Akşit’ten aldığımız istihbarat doğrultusunda rotanın sadece psikolojik zorluktan oluşan kısmına geldiğimizin farkına vardık. O lead’ine çok güvendiğimiz Mustafa tam bu etapta kornişin altına böcek gibi yapıştı. Öyle bir yapıştı ki susadığında çantasındaki suyu çıkaramıyor, önündeki karı yiyordu. İşte bu noktada teorik ve pratik tüm bilgileri ortaya dökme anı gelmişti. Kutay ve Ayşegül’ün geçen haftaki kış kampından bilgilerinin tazeliği grubu biraz olsun rahatlattı. Ayşegül solda istasyona kurarken Ramız onunla muhabbetleşiyor, Kutay kendi profiline oturuyor, Mustafa az yukarıda kendi kendine takılıyordu. Ayşegül 2 profille istasyonu kurdu ve Ramız’ın emniyetinde yan geçişe başladı. Geçişin ortasında bir deadman attı ve sonra kendisini tepeye attı. Yukarı çıkmak bambaşka bir boyuta geçmek gibiydi.

Korniş altından yan geçiş

Geçişten önce telsizi Ayşegül’e vermemek bu gezide yaptığımız en büyük hatalardan biriydi. Çünkü ipte olsa da ne aşamada olduğunu bilmeyişimiz ve aramızda iletişim kuramayışımız (Ramız’la Kutay’dan 2 metre üstteki Mustafa nadiren duyabiliyordu) tehlike yaratıyordu. Ayşegül kendine bir kar çukuru kazıp ekstra emniyet olarak da arkadan kazmaya girerek belden emniyet almaya başladı. Sonra Mustafa ipe ortadan kelebekle girdi. Böylece hem alttan hem üstten emniyeti almış olduk ve potansiyel pandül yeme ihtimalini ve istasyonlardan kopma ihtimalini düşürdü. Sonra Ramız aynı şekilde ipe girdi ve Kutay alt emniyete geçti. En son da Kutay istasyonu ve ara emniyeti söküp ip sonundan zirveye çıktı. Ramız’la Ayşegül de az ilerideki kulübeyi keşfediyorken Kutay’la Mustafa sevinç içinde duruyordu.

Kutay ve Mustafa zirvede

Zirveden manzara inanılmazdı. Uzun süre fotoğraflar çekip zirve tadını çıkardıktan sonra telesiyeji yakalayabileceğimizin derin matematiğini yaparak 4.30 gibi zirveden inmeye başladık. Eğim yine fazla olduğundan herkes kendi kayış tarzını oluşturuyordu. Sırt üstü kayma, kazmayla kaydıraklama gibi türlü stiller denendi. Kutay yüzüstü kayarken kendini Avatardaki penguenler gibi hissediyordu. Yolun eğimli kısmı bittikten sonra Mustafa kalan yolu 10(on) dakikada gidebileceğine bir birasına Ramız’la iddiaya girdi ama 17(on yedi) dakikada telesiyeji buldu. Günün son telesiyejini yakalayıp aşağı indik ve yol boyunca ne harika bir aktivite olduğunu konuştuk.

Gidişimiz boyunca Mustafa’ya övdüğümüz ucuz ve kaliteli yemeklerin adresi Dobruca Sosyal Tesislerinin o gün kapalı olduğunu dağdan inerken öğrendik. Hepimiz için gerçek bir yıkım oldu ve hemen tanıdığımız ünlü Bursalılara (Muharrem ve Ömer Akşit) başvurduk. Ömer yolumuzun tersinde yarım saat mesafede iyi bir restoran önerisi verdi. Bizim açlıktan gözümüz döndüğünden arabanın km sınırını aşıp bu mekâna yol aldık. Yollar rezaletti ama abur cuburlar bizi tutuyordu. Bir de ne görelim, Uzan Et Mangal Kasap’ta pazartesi akşamı 45 dakikalık kuyruk vardı. Bu kadar sıra beklenmez deyip 3. mekânımız Tuzla’da 7/24 açık olduğunu bildiğimiz Cevher Et’e 1 saat sürdük. Bu arada Ayşegül vejetaryen ha. Öyle bir kulvar. Cevher Et’e de bir baktık kepenkleri inik. Lanet olsun böyle işe. Daha fazla hayal kırıklığına uğramamak için dimdirekt hisara döndük. Bütün yorgunluğa ve uykusuzluğa karşın arabayı İstanbul Havalimanı’na bırakıp döndüğü için şoförümüz Ramız Tan’a teşekkür ederiz. Onun haricinde kendimize de teşekkür ederiz.

Ekip (Soldan sağa: Kutay, Ayşegül, Mustafa ve Ramazan)


0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir